31 Aralık 2014 Çarşamba
Etiketler:
2015,
biorezonans,
Dilşad Çelebi,
edt,
mora,
sağlıklı yaşam,
yeni yıl
22 Aralık 2014 Pazartesi
Sigara İçmek Görme Kaybına Sebep Olabilir!
Katarakt gözün merceğini şeffaflığının bozulmasıdır 60 yaş üstünde oldukça sık görülür 80 yaşındaki insanların en az %50 sinde katarakt vardır veya opere olmuştur.Sigara içmek ciddi şekilde katarakta yakalanma riskini artırır bu normal insanlara göre 2 kat daha fazladır ve sigara içmeye devam ettikçe risk artar.
Sigara ve Makula Dejenerasyonu (sarı nokta hastalığı)
Makula (sarı nokta) retina tabakasında (ağ tabaka) görme hücrelerinden en yoğun bölge olup, aynı zamanda keskin ve kaliteli görmeyi sağlayan retina bölgesidir. Makula bölgesindeki görme hücreleri ışıklı ortamda renkli görme ve keskin görmeden sorumludurlar. Sarı Nokta Hastalığı, diğer adıyla Yaşa Bağlı Makula Dejenerasyonu (YBMD), Dünya sağlık Örgütü’nün (WHO) verilerine göre dünyada görme kaybıyla sonuçlanan görme bozuklukları arasında %8.7’lik oranla 3. sırada yer almaktadır.
Gelişmiş ülkelerde görme kaybının en büyük nedeni olarak bilinen sarı nokta hastalığı, 50 yaş ve üzeri yetişkinlerde görülen kronik ve ilerleyici bir göz hastalığıdır. Sarı nokta hastalığında erken teşhis, tedavi ve düzenli kontrol, görmenizin korunması ve iyileştirilmesi açısından çok önemlidir. Sarı nokta hastalığı (YBMD) tek gözde ya da iki gözde birden oluşabilir. Eğer bir gözünüzde YBMD varsa, diğer gözünüzde YBMD gelişmesi olasılığı 5 yıl içinde %50’dir. Kuru tip YBMD genellikle iki gözde birden oluşur, ancak bir göz etkilenmemiş görünürken diğer gözde görme kaybedilebilir.Bu nedenle görmenizin izlenmesi önemlidir.
Çalışmalar sigara içenlerde sarı nokta hastalığı riskinin sigara içenlerde içmeyenlere göre 3 kat daha fazla olduğunu göstermektedir. 80 yaş üstü kadınlarda bu risk 5-6 kata kadar çıkmaktadır. Hangi yaşta olursa olsun sigarayı kesmek hastalık riskini azaltmakta ve prognozda belirgin iyileşme yapmaktadır.
Sigara ve Diyabetik Göz Hastalıkları
Diabetik retinopati göz damarlarının bozukluğu ile ortaya çıkan gözde kanama, beslenme bozukluğu ve görme kaybı ile sonuçlanan bir hastalıktır sigara içenlerde bu risk ve hastalığın ilerleme hızı 2 kat artmaktadır. Sigara sadece gözde değil diğer diabet komplikasyonlarının oluşumunu da hızlandırır. Sigara içenlerde körlük oranı normal kişilere göre 4 kat daha fazladır.
http://www.milliyet.com.tr/sigara-icenler-gozlerini-pembenar-detay-genelsaglik-1985200/
Sigara ve Makula Dejenerasyonu (sarı nokta hastalığı)
Makula (sarı nokta) retina tabakasında (ağ tabaka) görme hücrelerinden en yoğun bölge olup, aynı zamanda keskin ve kaliteli görmeyi sağlayan retina bölgesidir. Makula bölgesindeki görme hücreleri ışıklı ortamda renkli görme ve keskin görmeden sorumludurlar. Sarı Nokta Hastalığı, diğer adıyla Yaşa Bağlı Makula Dejenerasyonu (YBMD), Dünya sağlık Örgütü’nün (WHO) verilerine göre dünyada görme kaybıyla sonuçlanan görme bozuklukları arasında %8.7’lik oranla 3. sırada yer almaktadır.
Gelişmiş ülkelerde görme kaybının en büyük nedeni olarak bilinen sarı nokta hastalığı, 50 yaş ve üzeri yetişkinlerde görülen kronik ve ilerleyici bir göz hastalığıdır. Sarı nokta hastalığında erken teşhis, tedavi ve düzenli kontrol, görmenizin korunması ve iyileştirilmesi açısından çok önemlidir. Sarı nokta hastalığı (YBMD) tek gözde ya da iki gözde birden oluşabilir. Eğer bir gözünüzde YBMD varsa, diğer gözünüzde YBMD gelişmesi olasılığı 5 yıl içinde %50’dir. Kuru tip YBMD genellikle iki gözde birden oluşur, ancak bir göz etkilenmemiş görünürken diğer gözde görme kaybedilebilir.Bu nedenle görmenizin izlenmesi önemlidir.
Çalışmalar sigara içenlerde sarı nokta hastalığı riskinin sigara içenlerde içmeyenlere göre 3 kat daha fazla olduğunu göstermektedir. 80 yaş üstü kadınlarda bu risk 5-6 kata kadar çıkmaktadır. Hangi yaşta olursa olsun sigarayı kesmek hastalık riskini azaltmakta ve prognozda belirgin iyileşme yapmaktadır.
Sigara ve Diyabetik Göz Hastalıkları
Diabetik retinopati göz damarlarının bozukluğu ile ortaya çıkan gözde kanama, beslenme bozukluğu ve görme kaybı ile sonuçlanan bir hastalıktır sigara içenlerde bu risk ve hastalığın ilerleme hızı 2 kat artmaktadır. Sigara sadece gözde değil diğer diabet komplikasyonlarının oluşumunu da hızlandırır. Sigara içenlerde körlük oranı normal kişilere göre 4 kat daha fazladır.
http://www.milliyet.com.tr/sigara-icenler-gozlerini-pembenar-detay-genelsaglik-1985200/
17 Aralık 2014 Çarşamba
Yorgunluğun Üstüne Gidin ve Hareket Edin
Psikiyatrist Dr. Sabri Yurdakul, 'modern insanın hastalığı' olarak nitelendirdiği psikolojik yorgunluğun, bütün hafta yorgun olan, hafta sonunu yatarak geçirdiği halde dinlenmiş hissetmeyen insanların psikolojik yorgunluk yaşadığını söyledi.
Bu durumu, 'modern insanın hastalığı' olarak nitelendiren Yurdakul, insanın sadece fiziksel aktivite ile yorulmadığını, günlük hayatın stresinin, üzüntünün, kendisine zaman ayırmadan sürekli bir şeylerle uğraşmasının sonucunda zihinsel yorgunluğun oluştuğunu belirtti. Dr. Yurdakul; “Kişinin tek düze çalışması, kendisine ait hobilerinin ve uğraşlarının olmaması sonucunda zihinsel yorgunluk da eklenir. Zihinsel yorgunluk bir süre sonra isteksizliğe, halsizliğe, baş ağrılarına, vücut ağrılarına, hazımsızlığa, uyku sorunlarına yol açar ve psikolojik sıkıntıların üzerine bir de endişeler eklenir. Kişi sabahları yataktan zor kalkar, güne yorgun başlar, akşamları yorgunluğu artmakta ve dinlenmeye çalışıp dinlenememektedir. Yorgunluk nedeniyle, kendisini fiziksel aktivitelerden geri çeker, arkadaşlarının gittikleri yerlere gitmez, en ufak fiziksel aktivite göstereceği durumlardan kaçınıp kendisini dinlenmeye çeker ve bu durum kendisini daha da yorgun hale getirir” dedi.
“YORGUNLUĞUN ÜSTÜNE GİDİN VE HAREKETE YÖNELİN”
Yurdakul, dinlenmekle geçmeyen zihinsel yorgunlukların, aynı zamanda depresyon ve kaygı bozukluklarıyla bir arada olduğunu, kişinin kendi içine daha çok kapanmasının, aktivitelerden ve insanlardan uzaklaşmasının onun sıkıntısını daha çok arttırdığını söyledi. Sıkıntıları arttıkça yorgunluğu, yorgunluğu
arttıkça sıkıntılarının çoğalarak kısır bir döngü içine girdiğine dikkat çekti. Bu nedenle psikolojik yorgunluğu atmak için yapılması gereken en iyi şeyin, başlangıçta zor bile olsa bu yorgunluğun üstüne gitmek ve harekete yönelmek olduğunu söyledi.
Dr. Yurdakul; “Fransızların bir sözü var 'Yaşam bisiklet sürmeye benzer, pedal çevirmeyi bırakırsanız düşersiniz', o yüzden insan da hayatta mücadeleyi, hareket etmeyi bıraktığında düşmeye başlar ve bunu düzeltmenin en iyi yolu onun üstüne gitmesidir. Hepimiz yaşamışızdır. Kendimizi çok yorgun ve isteksiz hissettiğimizde, arkadaşlarımızın ısrarı ile dışarı çıkarız ve sonra kendimizi iyi hissederiz ve 'İyi ki gelmişim' deriz. Ama gitmemek için de bir sürü bahane öne sürmüşüzdür” diye konuştu.
Psikolojik yorgunluğa karşı bazı tavsiyelerde bulunan Dr. Yurdakul, her gün düzenli olarak spor yapmanın, bir saat yürümenin, evden dışarı çıkmanın, hafta sonları yatıp kendinizi dinlemek yerine arkadaşlarınızla buluşmanın, ailenizle birlikte olmanın, bir sinemaya gitmenin, haftaya daha iyi başlamak için fırsat yaratacağına ve enerjinizi arttıracağına değindi.
http://www.ntvmsnbc.com/id/25556324/
Bu durumu, 'modern insanın hastalığı' olarak nitelendiren Yurdakul, insanın sadece fiziksel aktivite ile yorulmadığını, günlük hayatın stresinin, üzüntünün, kendisine zaman ayırmadan sürekli bir şeylerle uğraşmasının sonucunda zihinsel yorgunluğun oluştuğunu belirtti. Dr. Yurdakul; “Kişinin tek düze çalışması, kendisine ait hobilerinin ve uğraşlarının olmaması sonucunda zihinsel yorgunluk da eklenir. Zihinsel yorgunluk bir süre sonra isteksizliğe, halsizliğe, baş ağrılarına, vücut ağrılarına, hazımsızlığa, uyku sorunlarına yol açar ve psikolojik sıkıntıların üzerine bir de endişeler eklenir. Kişi sabahları yataktan zor kalkar, güne yorgun başlar, akşamları yorgunluğu artmakta ve dinlenmeye çalışıp dinlenememektedir. Yorgunluk nedeniyle, kendisini fiziksel aktivitelerden geri çeker, arkadaşlarının gittikleri yerlere gitmez, en ufak fiziksel aktivite göstereceği durumlardan kaçınıp kendisini dinlenmeye çeker ve bu durum kendisini daha da yorgun hale getirir” dedi.
“YORGUNLUĞUN ÜSTÜNE GİDİN VE HAREKETE YÖNELİN”
Yurdakul, dinlenmekle geçmeyen zihinsel yorgunlukların, aynı zamanda depresyon ve kaygı bozukluklarıyla bir arada olduğunu, kişinin kendi içine daha çok kapanmasının, aktivitelerden ve insanlardan uzaklaşmasının onun sıkıntısını daha çok arttırdığını söyledi. Sıkıntıları arttıkça yorgunluğu, yorgunluğu
arttıkça sıkıntılarının çoğalarak kısır bir döngü içine girdiğine dikkat çekti. Bu nedenle psikolojik yorgunluğu atmak için yapılması gereken en iyi şeyin, başlangıçta zor bile olsa bu yorgunluğun üstüne gitmek ve harekete yönelmek olduğunu söyledi.
Dr. Yurdakul; “Fransızların bir sözü var 'Yaşam bisiklet sürmeye benzer, pedal çevirmeyi bırakırsanız düşersiniz', o yüzden insan da hayatta mücadeleyi, hareket etmeyi bıraktığında düşmeye başlar ve bunu düzeltmenin en iyi yolu onun üstüne gitmesidir. Hepimiz yaşamışızdır. Kendimizi çok yorgun ve isteksiz hissettiğimizde, arkadaşlarımızın ısrarı ile dışarı çıkarız ve sonra kendimizi iyi hissederiz ve 'İyi ki gelmişim' deriz. Ama gitmemek için de bir sürü bahane öne sürmüşüzdür” diye konuştu.
Psikolojik yorgunluğa karşı bazı tavsiyelerde bulunan Dr. Yurdakul, her gün düzenli olarak spor yapmanın, bir saat yürümenin, evden dışarı çıkmanın, hafta sonları yatıp kendinizi dinlemek yerine arkadaşlarınızla buluşmanın, ailenizle birlikte olmanın, bir sinemaya gitmenin, haftaya daha iyi başlamak için fırsat yaratacağına ve enerjinizi arttıracağına değindi.
http://www.ntvmsnbc.com/id/25556324/
Etiketler:
bach çiçekleri,
biorezonans,
duygu durum bozuklukları,
düzenli uyku,
kaygı ve korkular,
kronik yorgunluk,
kurtuluyorum.com,
mora terapi,
sağlık,
sağlıklı yaşam,
yorgunluk
16 Aralık 2014 Salı
Kış Mevsiminde Kullandığımız Eşyalara Dikkat!
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi (ESOGÜ) Tıp Fakültesi Allerji-İmmünoloji ve Göğüs Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Emel Kurt, toplumda en sık alerjiye neden olan alerjenlerin, ev tozu akarları olduğunu kaydetti.
ANİ ÖKSÜRÜK HAPŞIRIK NÖBETLERİ ASTIMA KADAR GİDEBİLİR
Akarların ev içi eşyalarının tozu ve insan hücre döküntüleriyle beslenen gözle görülmeyen böcekçikler olduğunu ifade eden Prof. Dr. Kurt, şöyle konuştu:
"Kış mevsiminde yoğunlukla kullanılan yorgan, yünlü ve tüylü kazak, atkı, hırka gibi eşyalarda bulunan, nemli ve havasız ortamları seven akarlar, alerjisi olan kişilerde şikayetlerin artmasına neden olabilir. Aniden başlayan öksürük, hapşırık nöbetleri ve bu nöbetlerin ortam değiştirince geçmesi, antibiyotik alındığında dahi geçmeyen burun akıntısı hatta astıma sebep olabilecek belirtileri vardır."
"YATAK ODALARI HAVALANDIRILMALI"
Prof. Dr. Kurt, ev içinde bulunan bir diğer alerji sebebinin de "küf mantarları" olduğuna dikkati çekti. Küf mantarlarının banyo, mutfak gibi ıslak zemin içeren yerlerde bulunduğunu anlatan Prof. Dr. Kurt, şöyle devam etti:
"Nem artışına bağlı olarak bu alerjenlerin görülme riski kışın artar. Bütün bu alerjilerin kış aylarında güneşin azalması, evlerin fazla havalandırılmaması gibi nedenlerle ev içinde artarak, alerjik kişilerin şikayetlerinde artışa neden olabilir. Kış aylarında evlerin özellikle yatak odalarının havalandırılması ihmal edilmemeli, alerjisi olan kişiler için gerekirse halılar kaldırılmalı, 60 derece yıkanabilir kilimler tercih edilmelidir. Yine kıyafetler, yorgan ve battaniyeler belirli sürelerle 60 derecede yıkanmalıdır. Şikayetleri devam eden kişiler, alerji uzmanlarının desteği ve uygun önerileriyle sorunlarının önemli bir kısmından kurtulabilirler."
http://www.hurriyet.com.tr/kelebek/saglik/27751787.asp
ANİ ÖKSÜRÜK HAPŞIRIK NÖBETLERİ ASTIMA KADAR GİDEBİLİR
Akarların ev içi eşyalarının tozu ve insan hücre döküntüleriyle beslenen gözle görülmeyen böcekçikler olduğunu ifade eden Prof. Dr. Kurt, şöyle konuştu:
"Kış mevsiminde yoğunlukla kullanılan yorgan, yünlü ve tüylü kazak, atkı, hırka gibi eşyalarda bulunan, nemli ve havasız ortamları seven akarlar, alerjisi olan kişilerde şikayetlerin artmasına neden olabilir. Aniden başlayan öksürük, hapşırık nöbetleri ve bu nöbetlerin ortam değiştirince geçmesi, antibiyotik alındığında dahi geçmeyen burun akıntısı hatta astıma sebep olabilecek belirtileri vardır."
"YATAK ODALARI HAVALANDIRILMALI"
Prof. Dr. Kurt, ev içinde bulunan bir diğer alerji sebebinin de "küf mantarları" olduğuna dikkati çekti. Küf mantarlarının banyo, mutfak gibi ıslak zemin içeren yerlerde bulunduğunu anlatan Prof. Dr. Kurt, şöyle devam etti:
"Nem artışına bağlı olarak bu alerjenlerin görülme riski kışın artar. Bütün bu alerjilerin kış aylarında güneşin azalması, evlerin fazla havalandırılmaması gibi nedenlerle ev içinde artarak, alerjik kişilerin şikayetlerinde artışa neden olabilir. Kış aylarında evlerin özellikle yatak odalarının havalandırılması ihmal edilmemeli, alerjisi olan kişiler için gerekirse halılar kaldırılmalı, 60 derece yıkanabilir kilimler tercih edilmelidir. Yine kıyafetler, yorgan ve battaniyeler belirli sürelerle 60 derecede yıkanmalıdır. Şikayetleri devam eden kişiler, alerji uzmanlarının desteği ve uygun önerileriyle sorunlarının önemli bir kısmından kurtulabilirler."
http://www.hurriyet.com.tr/kelebek/saglik/27751787.asp
Etiketler:
alerji,
alerjiden kurtulmak,
alerjik astım,
astın,
biorezonans,
ev akarları,
kış,
mora,
mora terapi,
mora terapi ile alerji tedavisi,
mora terapi ile astım tedavisi
8 Aralık 2014 Pazartesi
Ağrı Vücudun Cevabıdır
Beyin ve Sinir Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Hidayet Akdemir, baş ağrılarının hafife alınmaması gerektiğini söyledi. Baş ağrısının kişi açısından hoşa gitmeyen bir duygu olarak algılandığını ve vücudun alarm sistemi olarak tanımlandığını belirten Akdemir, şunları kaydetti:
"Herhangi bir organımızda bir rahatsızlık olduğunda bu rahatsızlığı dışarıya yansıtan cevaba ağrı diyoruz. Örneğin, beyindeki rahatsızlıklar, ağrı şikayetiyle kendilerini haber veriyor. Baş ağrıları da bir rahatsızlığın işareti olarak ortaya çıkar. Baş ağrısı şikayetlerinde, dikkatli bir nöroloji muayene yapılmadan, özellikle ağrının oluş sebebi araştırılmadan yapılan tıbbi yaklaşımlar çok ciddi sakatlıklara ve ölümlere neden olabilir."
"BEYİN KANAMASININ İLK İŞARETİ: BAŞ AĞRISI"
Akdemir, beyin damar hastalıklarından kaynaklanan baş ağrılarının sık görüldüğünü söyledi. Baş ağrılarının dikkate alınmaması durumunda geri dönüşü olmayan sonuçlar ortaya çıkabileceğini vurgulayan Akdemir, şöyle devam etti:
"Beyinden kaynaklanan baş ağrısı tedavi edilmediği takdirde beyin damarlarında balonlaşma veya damar yumağı oluşuyor. Bunlar hayatın bir döneminde beyin kanaması yapar. Bu beyin kanamasının ilk şikayeti de baş ağrısıdır. Genellikle, enseden başlar ve başın ön bölgesine doğru yayılır. Aniden gelir. Beraberinde bulantı, kusma, bilinç kaybı olabilir. Bunlar beyin kanamasının işaretleridir. Bu çok tehlikeli bir baş ağrısıdır. En yakındaki uzmana gitmek gerekir."
"BEYİN TÜMÖRÜNE DİKKAT"
Akdemir, sinsi ağrıların tehlikeli ve yavaş yavaş ortaya çıktığını aktardı.
Bu ağrıların genellikle sabahları olduğunu ve kişilerin ağrıyla uyandığını belirten Akdemir, şunları anlattı:
"Mide bulantısı olur ve kişi kusunca rahatlar ama günün ilerleyen saatlerinde baş ağrısı tekrar ortaya çıkar. Gittiği doktor ağrı kesici ilaçlar verir ve bunlardan fayda görür ama daha sonra ağrı devamlı hale gelir. Başın her yerinde hissedilen bir ağrıdır. Diğer yandan, yüksek tansiyon ve yaralanmalara bağlı beyin kanamaları sonrası ortaya çıkan baş ağrıları da önemli ve tehlikelidir. Yüksek tansiyon iyi tedavi edilmezse küçük veya büyük beyin kanamalarına yol açar ki bu da hastalarda ölüme veya ağır sakatlıklara neden olabilir."
Akdemir, sinüzitlere bağlı baş ağrılarının toplum tarafından da iyi bilindiğini, bunların başın ön kısmında ve günün ilerleyen saatlerinde ortaya çıktığını ifade ederek, "Eğer sinüzitlerin uygun ve spesifik tedavileri yapılamazsa, beyin iltihabı gibi çok daha ciddi ağır beyin hastalıklarına dönüşebilir" diye konuştu.
http://www.hurriyet.com.tr/kelebek/saglik/27720345.asp
"Herhangi bir organımızda bir rahatsızlık olduğunda bu rahatsızlığı dışarıya yansıtan cevaba ağrı diyoruz. Örneğin, beyindeki rahatsızlıklar, ağrı şikayetiyle kendilerini haber veriyor. Baş ağrıları da bir rahatsızlığın işareti olarak ortaya çıkar. Baş ağrısı şikayetlerinde, dikkatli bir nöroloji muayene yapılmadan, özellikle ağrının oluş sebebi araştırılmadan yapılan tıbbi yaklaşımlar çok ciddi sakatlıklara ve ölümlere neden olabilir."
"BEYİN KANAMASININ İLK İŞARETİ: BAŞ AĞRISI"
Akdemir, beyin damar hastalıklarından kaynaklanan baş ağrılarının sık görüldüğünü söyledi. Baş ağrılarının dikkate alınmaması durumunda geri dönüşü olmayan sonuçlar ortaya çıkabileceğini vurgulayan Akdemir, şöyle devam etti:
"Beyinden kaynaklanan baş ağrısı tedavi edilmediği takdirde beyin damarlarında balonlaşma veya damar yumağı oluşuyor. Bunlar hayatın bir döneminde beyin kanaması yapar. Bu beyin kanamasının ilk şikayeti de baş ağrısıdır. Genellikle, enseden başlar ve başın ön bölgesine doğru yayılır. Aniden gelir. Beraberinde bulantı, kusma, bilinç kaybı olabilir. Bunlar beyin kanamasının işaretleridir. Bu çok tehlikeli bir baş ağrısıdır. En yakındaki uzmana gitmek gerekir."
"BEYİN TÜMÖRÜNE DİKKAT"
Akdemir, sinsi ağrıların tehlikeli ve yavaş yavaş ortaya çıktığını aktardı.
Bu ağrıların genellikle sabahları olduğunu ve kişilerin ağrıyla uyandığını belirten Akdemir, şunları anlattı:
"Mide bulantısı olur ve kişi kusunca rahatlar ama günün ilerleyen saatlerinde baş ağrısı tekrar ortaya çıkar. Gittiği doktor ağrı kesici ilaçlar verir ve bunlardan fayda görür ama daha sonra ağrı devamlı hale gelir. Başın her yerinde hissedilen bir ağrıdır. Diğer yandan, yüksek tansiyon ve yaralanmalara bağlı beyin kanamaları sonrası ortaya çıkan baş ağrıları da önemli ve tehlikelidir. Yüksek tansiyon iyi tedavi edilmezse küçük veya büyük beyin kanamalarına yol açar ki bu da hastalarda ölüme veya ağır sakatlıklara neden olabilir."
Akdemir, sinüzitlere bağlı baş ağrılarının toplum tarafından da iyi bilindiğini, bunların başın ön kısmında ve günün ilerleyen saatlerinde ortaya çıktığını ifade ederek, "Eğer sinüzitlerin uygun ve spesifik tedavileri yapılamazsa, beyin iltihabı gibi çok daha ciddi ağır beyin hastalıklarına dönüşebilir" diye konuştu.
http://www.hurriyet.com.tr/kelebek/saglik/27720345.asp
Etiketler:
ağrı,
ağrı tedavisi,
ağrıdan kurtulmak,
başağrısı,
biorezonans,
migren,
mora terapi,
mora terapi ile ağrı tedavisi,
mora terapi ile migren tedavisi,
sinüzit
1 Aralık 2014 Pazartesi
Aşırı Yeme Sorunu
Aşırı yeme hastalığı bir yeme bozukluğudur ve son derece yaygın biçimde karşımıza çıkar. Bu hastalığa sahip kişiler bir oturuşta veya çok kısa bir sürede aşırı miktarlarda yemek yerler. Bu aşırı yeme davranışına halk arasında ‘tıka basa yeme’ adı verilir. Aşırı yeme hastalığındaki tıka basa yeme davranışı kişiyi rahatlatır ve kişi yeme davranışı üzerindeki kontrolünü kaybeder.
Bu yeme bozukluğu bulimia nervosa (aşırı yeme-istifra etme) bozukluğundan farklılık gösterir. Aşırı yeme hastalığında kişi tıka basa yedikten sonra istifra etmez ve tuvalete çıkartıcı herhangi bir ilaç veya laksatif kullanmaz.
Bu tür yeme bozukluğunu diğer bozukluklardan ayırmak amacı ile kişinin yeme davranışını izlemek gerekir. Aşırı yeme hastalığına sahip kişiler, gün içinde sık sık yemek yerler ve yedikleri zamanlarda normal insanlara göre anormal sayılacak boyutlarda aşırı miktarlarda yemek yerler. Kişiler bu yeme davranışını sergilerken kontrollerini kaybederler, fiziksel olarak aç olmasalar bile zihinsel olarak hep açtırlar. Bu kişiler bu tür yeme davranışını sergiledikten sonra genellikle utanç ve pişmanlık duyarlar ve bu durum uzun sürerse depresyona girme ihtimalleri yükselir. Aşırı yeme sorunu olan insanların bazıları suçluluk hissetmeyebilirler.
Bu hastalığa sahip kişilerin büyük çoğunluğu obezlerden oluşur fakat normal kiloda olan kişilerde de aşırı yeme hastalığı görülmektedir. Aşırı yeme hastalığına sahip kişilerde de obezite (aşırı şişmanlık) sorunu oluşma riski çok yüksektir. Obezite ile sonuçlansa da sonuçlanmasa da, yüksek kolesterol, yüksek kan basıncı, diyabet, kalp rahatsızlıkları ve kanser riski bu rahatsızlığa sahip olmayan kişilere oranla çok daha fazladır. Aşırı yeme ve obezite bir aradaysa bu risk artar.
Nedenleri Nelerdir?
Aşırı yeme hastalığına sahip kişiler araştırıldığında, çoğunun geçmişte depresyon yaşadıkları gözlenmiş, yaşamamış kişilerin ise depresyona yatkın olduğu saptanmıştır.
Günlük yaşamın stresi, duyulan kaygılar, üzüntüler, sıkıntılar ve öfkeler de aşırı yeme hastalığını tetikleyebilir. Ayrıca bazı araştırmalara göre ailesinde yeme bozukluğu olan kişilerin bu bozukluklara olan yatkınlıklarının fazla olduğu görülmüştür. Ebeveynlerinin yemeğe karşı olan tutumları da çocuklarda yeme bozukluklarının oluşumuna etki edebilmektedir. Bu etkinin genetik mi yoksa anne-babadan öğrenme yoluyla mı oluştuğu tartışma konusudur.
Aşırı yeme davranışına sahip kişilerde yapılan klinik gözlemler ve değerlendirmeler neredeyse her zaman altta yatan psikolojik bir sorun olduğunu bize gösterir. Bazı durumlarda hormonal bozukluklar da aşırı yemeye yol açabilmektedir. Ancak hormonal bir sorun yoksa, ihtiyacı olmadığı halde sürekli ve düzenli biçimde aşırı yeme davranışı sergileyen bir kişi ‘duygusal’ yeme davranışı içindedir. Bağımlılıklarda olduğu gibi, kişi yemeden kendini rahatlamış ve sakin hissedemez. Aşırı yemesine neden olan gerginliği, sıkıntı hali ve/veya depresif ruh hali yedikten bir süre sonra geri gelir.
Tedavi
Doğru ve sağlıklı yeme alışkanlığının yerleştirilmesi ile kişinin kilosu ve sorunlu yeme davranışı kontrol altına alınabilir. Ancak, aşırı yemesine yol açan psikolojik sıkıntılar üzerinde psikoterapi çalışması yapılmaz ise bir süre sonra kişinin sorunlu yeme davranışına geri döndüğü görülür. Aşırı yemeye yol açan duygusal baskıyı ortadan kaldırmak bu hastalığın tedavisinde en önemli belirleyicidir.
http://www.sagliktayenilikler.com/asiri-yeme-hastaligi/
Yrd. Doç. Dr. Adnan Çoban
Bu yeme bozukluğu bulimia nervosa (aşırı yeme-istifra etme) bozukluğundan farklılık gösterir. Aşırı yeme hastalığında kişi tıka basa yedikten sonra istifra etmez ve tuvalete çıkartıcı herhangi bir ilaç veya laksatif kullanmaz.
Bu tür yeme bozukluğunu diğer bozukluklardan ayırmak amacı ile kişinin yeme davranışını izlemek gerekir. Aşırı yeme hastalığına sahip kişiler, gün içinde sık sık yemek yerler ve yedikleri zamanlarda normal insanlara göre anormal sayılacak boyutlarda aşırı miktarlarda yemek yerler. Kişiler bu yeme davranışını sergilerken kontrollerini kaybederler, fiziksel olarak aç olmasalar bile zihinsel olarak hep açtırlar. Bu kişiler bu tür yeme davranışını sergiledikten sonra genellikle utanç ve pişmanlık duyarlar ve bu durum uzun sürerse depresyona girme ihtimalleri yükselir. Aşırı yeme sorunu olan insanların bazıları suçluluk hissetmeyebilirler.
Bu hastalığa sahip kişilerin büyük çoğunluğu obezlerden oluşur fakat normal kiloda olan kişilerde de aşırı yeme hastalığı görülmektedir. Aşırı yeme hastalığına sahip kişilerde de obezite (aşırı şişmanlık) sorunu oluşma riski çok yüksektir. Obezite ile sonuçlansa da sonuçlanmasa da, yüksek kolesterol, yüksek kan basıncı, diyabet, kalp rahatsızlıkları ve kanser riski bu rahatsızlığa sahip olmayan kişilere oranla çok daha fazladır. Aşırı yeme ve obezite bir aradaysa bu risk artar.
Nedenleri Nelerdir?
Aşırı yeme hastalığına sahip kişiler araştırıldığında, çoğunun geçmişte depresyon yaşadıkları gözlenmiş, yaşamamış kişilerin ise depresyona yatkın olduğu saptanmıştır.
Günlük yaşamın stresi, duyulan kaygılar, üzüntüler, sıkıntılar ve öfkeler de aşırı yeme hastalığını tetikleyebilir. Ayrıca bazı araştırmalara göre ailesinde yeme bozukluğu olan kişilerin bu bozukluklara olan yatkınlıklarının fazla olduğu görülmüştür. Ebeveynlerinin yemeğe karşı olan tutumları da çocuklarda yeme bozukluklarının oluşumuna etki edebilmektedir. Bu etkinin genetik mi yoksa anne-babadan öğrenme yoluyla mı oluştuğu tartışma konusudur.
Aşırı yeme davranışına sahip kişilerde yapılan klinik gözlemler ve değerlendirmeler neredeyse her zaman altta yatan psikolojik bir sorun olduğunu bize gösterir. Bazı durumlarda hormonal bozukluklar da aşırı yemeye yol açabilmektedir. Ancak hormonal bir sorun yoksa, ihtiyacı olmadığı halde sürekli ve düzenli biçimde aşırı yeme davranışı sergileyen bir kişi ‘duygusal’ yeme davranışı içindedir. Bağımlılıklarda olduğu gibi, kişi yemeden kendini rahatlamış ve sakin hissedemez. Aşırı yemesine neden olan gerginliği, sıkıntı hali ve/veya depresif ruh hali yedikten bir süre sonra geri gelir.
Tedavi
Doğru ve sağlıklı yeme alışkanlığının yerleştirilmesi ile kişinin kilosu ve sorunlu yeme davranışı kontrol altına alınabilir. Ancak, aşırı yemesine yol açan psikolojik sıkıntılar üzerinde psikoterapi çalışması yapılmaz ise bir süre sonra kişinin sorunlu yeme davranışına geri döndüğü görülür. Aşırı yemeye yol açan duygusal baskıyı ortadan kaldırmak bu hastalığın tedavisinde en önemli belirleyicidir.
http://www.sagliktayenilikler.com/asiri-yeme-hastaligi/
Yrd. Doç. Dr. Adnan Çoban
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)