22 Aralık 2014 Pazartesi

Sigara İçmek Görme Kaybına Sebep Olabilir!

Katarakt gözün merceğini şeffaflığının bozulmasıdır 60 yaş üstünde oldukça sık görülür 80 yaşındaki insanların en az  %50 sinde katarakt vardır veya opere olmuştur.Sigara içmek ciddi şekilde katarakta yakalanma riskini artırır bu normal insanlara göre 2 kat daha fazladır ve sigara içmeye devam ettikçe risk artar.

Sigara ve  Makula Dejenerasyonu (sarı nokta hastalığı)
Makula (sarı nokta) retina tabakasında (ağ tabaka) görme hücrelerinden en yoğun bölge olup, aynı zamanda keskin ve kaliteli görmeyi sağlayan retina bölgesidir. Makula bölgesindeki görme hücreleri ışıklı ortamda renkli görme ve keskin görmeden sorumludurlar. Sarı Nokta Hastalığı, diğer adıyla Yaşa Bağlı Makula Dejenerasyonu (YBMD), Dünya sağlık Örgütü’nün (WHO) verilerine göre dünyada görme kaybıyla sonuçlanan görme bozuklukları arasında %8.7’lik oranla 3. sırada yer almaktadır.

Gelişmiş ülkelerde görme kaybının en büyük nedeni olarak bilinen sarı nokta hastalığı,  50 yaş ve üzeri yetişkinlerde görülen kronik ve ilerleyici bir göz hastalığıdır. Sarı nokta hastalığında erken teşhis, tedavi ve düzenli kontrol, görmenizin korunması ve iyileştirilmesi açısından çok önemlidir. Sarı nokta hastalığı (YBMD) tek gözde ya da iki gözde birden oluşabilir. Eğer bir gözünüzde YBMD varsa, diğer gözünüzde YBMD gelişmesi olasılığı 5 yıl içinde %50’dir. Kuru tip YBMD genellikle iki gözde birden oluşur, ancak bir göz etkilenmemiş görünürken diğer gözde görme kaybedilebilir.Bu nedenle görmenizin izlenmesi önemlidir.

Çalışmalar sigara içenlerde sarı nokta hastalığı riskinin sigara içenlerde içmeyenlere göre 3 kat daha fazla olduğunu göstermektedir. 80 yaş üstü kadınlarda bu risk 5-6 kata kadar çıkmaktadır. Hangi yaşta olursa olsun sigarayı kesmek hastalık riskini azaltmakta ve prognozda belirgin iyileşme yapmaktadır.  


Sigara ve Diyabetik Göz Hastalıkları

Diabetik retinopati   göz damarlarının bozukluğu ile ortaya çıkan gözde kanama, beslenme bozukluğu ve görme kaybı ile sonuçlanan bir hastalıktır sigara içenlerde bu risk ve hastalığın ilerleme hızı 2 kat artmaktadır. Sigara sadece gözde değil diğer diabet komplikasyonlarının oluşumunu da hızlandırır. Sigara içenlerde körlük oranı normal kişilere göre 4 kat daha fazladır.
http://www.milliyet.com.tr/sigara-icenler-gozlerini-pembenar-detay-genelsaglik-1985200/

17 Aralık 2014 Çarşamba

Yorgunluğun Üstüne Gidin ve Hareket Edin

Psikiyatrist Dr. Sabri Yurdakul, 'modern insanın hastalığı' olarak nitelendirdiği psikolojik yorgunluğun, bütün hafta yorgun olan, hafta sonunu yatarak geçirdiği halde dinlenmiş hissetmeyen insanların psikolojik yorgunluk yaşadığını söyledi.

Bu durumu, 'modern insanın hastalığı' olarak nitelendiren Yurdakul, insanın sadece fiziksel aktivite ile yorulmadığını, günlük hayatın stresinin, üzüntünün, kendisine zaman ayırmadan sürekli bir şeylerle uğraşmasının sonucunda zihinsel yorgunluğun oluştuğunu belirtti. Dr. Yurdakul; “Kişinin tek düze çalışması, kendisine ait hobilerinin ve uğraşlarının olmaması sonucunda zihinsel yorgunluk da eklenir. Zihinsel yorgunluk bir süre sonra isteksizliğe, halsizliğe, baş ağrılarına, vücut ağrılarına, hazımsızlığa, uyku sorunlarına yol açar ve psikolojik sıkıntıların üzerine bir de endişeler eklenir. Kişi sabahları yataktan zor kalkar, güne yorgun başlar, akşamları yorgunluğu artmakta ve dinlenmeye çalışıp dinlenememektedir. Yorgunluk nedeniyle, kendisini fiziksel aktivitelerden geri çeker, arkadaşlarının gittikleri yerlere gitmez, en ufak fiziksel aktivite göstereceği durumlardan kaçınıp kendisini dinlenmeye çeker ve bu durum kendisini daha da yorgun hale getirir” dedi.


“YORGUNLUĞUN ÜSTÜNE GİDİN VE HAREKETE YÖNELİN”
Yurdakul, dinlenmekle geçmeyen zihinsel yorgunlukların, aynı zamanda depresyon ve kaygı bozukluklarıyla bir arada olduğunu, kişinin kendi içine daha çok kapanmasının, aktivitelerden ve insanlardan uzaklaşmasının onun sıkıntısını daha çok arttırdığını söyledi. Sıkıntıları arttıkça yorgunluğu, yorgunluğu



arttıkça sıkıntılarının çoğalarak kısır bir döngü içine girdiğine dikkat çekti. Bu nedenle psikolojik yorgunluğu atmak için yapılması gereken en iyi şeyin, başlangıçta zor bile olsa bu yorgunluğun üstüne gitmek ve harekete yönelmek olduğunu söyledi.

Dr. Yurdakul; “Fransızların bir sözü var 'Yaşam bisiklet sürmeye benzer, pedal çevirmeyi bırakırsanız düşersiniz', o yüzden insan da hayatta mücadeleyi, hareket etmeyi bıraktığında düşmeye başlar ve bunu düzeltmenin en iyi yolu onun üstüne gitmesidir. Hepimiz yaşamışızdır. Kendimizi çok yorgun ve isteksiz hissettiğimizde, arkadaşlarımızın ısrarı ile dışarı çıkarız ve sonra kendimizi iyi hissederiz ve 'İyi ki gelmişim' deriz. Ama gitmemek için de bir sürü bahane öne sürmüşüzdür” diye konuştu.


Psikolojik yorgunluğa karşı bazı tavsiyelerde bulunan Dr. Yurdakul, her gün düzenli olarak spor yapmanın, bir saat yürümenin, evden dışarı çıkmanın, hafta sonları yatıp kendinizi dinlemek yerine arkadaşlarınızla buluşmanın, ailenizle birlikte olmanın, bir sinemaya gitmenin, haftaya daha iyi başlamak için fırsat yaratacağına ve enerjinizi arttıracağına değindi.

http://www.ntvmsnbc.com/id/25556324/

16 Aralık 2014 Salı

Kış Mevsiminde Kullandığımız Eşyalara Dikkat!

Eskişehir Osmangazi Üniversitesi (ESOGÜ) Tıp Fakültesi Allerji-İmmünoloji ve Göğüs Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Emel Kurt, toplumda en sık alerjiye neden olan alerjenlerin, ev tozu akarları olduğunu kaydetti.

ANİ ÖKSÜRÜK HAPŞIRIK NÖBETLERİ ASTIMA KADAR GİDEBİLİR

Akarların ev içi eşyalarının tozu ve insan hücre döküntüleriyle beslenen gözle görülmeyen böcekçikler olduğunu ifade eden Prof. Dr. Kurt, şöyle konuştu:

"Kış mevsiminde yoğunlukla kullanılan yorgan, yünlü ve tüylü kazak, atkı, hırka gibi eşyalarda bulunan, nemli ve havasız ortamları seven akarlar, alerjisi olan kişilerde şikayetlerin artmasına neden olabilir. Aniden başlayan öksürük, hapşırık nöbetleri ve bu nöbetlerin ortam değiştirince geçmesi, antibiyotik alındığında dahi geçmeyen burun akıntısı hatta astıma sebep olabilecek belirtileri vardır."

"YATAK ODALARI HAVALANDIRILMALI"

Prof. Dr. Kurt, ev içinde bulunan bir diğer alerji sebebinin de "küf mantarları" olduğuna dikkati çekti. Küf mantarlarının banyo, mutfak gibi ıslak zemin içeren yerlerde bulunduğunu anlatan Prof. Dr. Kurt, şöyle devam etti:

"Nem artışına bağlı olarak bu alerjenlerin görülme riski kışın artar. Bütün bu alerjilerin kış aylarında güneşin azalması, evlerin fazla havalandırılmaması gibi nedenlerle ev içinde artarak, alerjik kişilerin şikayetlerinde artışa neden olabilir. Kış aylarında evlerin özellikle yatak odalarının havalandırılması ihmal edilmemeli, alerjisi olan kişiler için gerekirse halılar kaldırılmalı, 60 derece yıkanabilir kilimler tercih edilmelidir. Yine kıyafetler, yorgan ve battaniyeler belirli sürelerle 60 derecede yıkanmalıdır. Şikayetleri devam eden kişiler, alerji uzmanlarının desteği ve uygun önerileriyle sorunlarının önemli bir kısmından kurtulabilirler."

http://www.hurriyet.com.tr/kelebek/saglik/27751787.asp

8 Aralık 2014 Pazartesi

Ağrı Vücudun Cevabıdır

Beyin ve Sinir Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Hidayet Akdemir, baş ağrılarının hafife alınmaması gerektiğini söyledi. Baş ağrısının kişi açısından hoşa gitmeyen bir duygu olarak algılandığını ve vücudun alarm sistemi olarak tanımlandığını belirten Akdemir, şunları kaydetti:


"Herhangi bir organımızda bir rahatsızlık olduğunda bu rahatsızlığı dışarıya yansıtan cevaba ağrı diyoruz. Örneğin, beyindeki rahatsızlıklar, ağrı şikayetiyle kendilerini haber veriyor. Baş ağrıları da bir rahatsızlığın işareti olarak ortaya çıkar. Baş ağrısı şikayetlerinde, dikkatli bir nöroloji muayene yapılmadan, özellikle ağrının oluş sebebi araştırılmadan yapılan tıbbi yaklaşımlar çok ciddi sakatlıklara ve ölümlere neden olabilir."

"BEYİN KANAMASININ İLK İŞARETİ: BAŞ AĞRISI"

Akdemir, beyin damar hastalıklarından kaynaklanan baş ağrılarının sık görüldüğünü söyledi. Baş ağrılarının dikkate alınmaması durumunda geri dönüşü olmayan sonuçlar ortaya çıkabileceğini vurgulayan Akdemir, şöyle devam etti:

"Beyinden kaynaklanan baş ağrısı tedavi edilmediği takdirde beyin damarlarında balonlaşma veya damar yumağı oluşuyor. Bunlar hayatın bir döneminde beyin kanaması yapar. Bu beyin kanamasının ilk şikayeti de baş ağrısıdır. Genellikle, enseden başlar ve başın ön bölgesine doğru yayılır. Aniden gelir. Beraberinde bulantı, kusma, bilinç kaybı olabilir. Bunlar beyin kanamasının işaretleridir. Bu çok tehlikeli bir baş ağrısıdır. En yakındaki uzmana gitmek gerekir."

"BEYİN TÜMÖRÜNE DİKKAT"

Akdemir, sinsi ağrıların tehlikeli ve yavaş yavaş ortaya çıktığını aktardı.

Bu ağrıların genellikle sabahları olduğunu ve kişilerin ağrıyla uyandığını belirten Akdemir, şunları anlattı:

"Mide bulantısı olur ve kişi kusunca rahatlar ama günün ilerleyen saatlerinde baş ağrısı tekrar ortaya çıkar. Gittiği doktor ağrı kesici ilaçlar verir ve bunlardan fayda görür ama daha sonra ağrı devamlı hale gelir. Başın her yerinde hissedilen bir ağrıdır. Diğer yandan, yüksek tansiyon ve yaralanmalara bağlı beyin kanamaları sonrası ortaya çıkan baş ağrıları da önemli ve tehlikelidir. Yüksek tansiyon iyi tedavi edilmezse küçük veya büyük beyin kanamalarına yol açar ki bu da hastalarda ölüme veya ağır sakatlıklara neden olabilir."

Akdemir, sinüzitlere bağlı baş ağrılarının toplum tarafından da iyi bilindiğini, bunların başın ön kısmında ve günün ilerleyen saatlerinde ortaya çıktığını ifade ederek, "Eğer sinüzitlerin uygun ve spesifik tedavileri yapılamazsa, beyin iltihabı gibi çok daha ciddi ağır beyin hastalıklarına dönüşebilir" diye konuştu.
http://www.hurriyet.com.tr/kelebek/saglik/27720345.asp

1 Aralık 2014 Pazartesi

Aşırı Yeme Sorunu

Aşırı yeme hastalığı bir yeme bozukluğudur ve son derece yaygın biçimde karşımıza çıkar.  Bu hastalığa sahip kişiler bir oturuşta veya çok kısa bir sürede aşırı miktarlarda yemek yerler.  Bu aşırı yeme davranışına halk arasında ‘tıka basa yeme’ adı verilir. Aşırı yeme hastalığındaki tıka basa yeme davranışı kişiyi rahatlatır ve kişi yeme davranışı üzerindeki kontrolünü kaybeder.
Bu yeme bozukluğu bulimia nervosa (aşırı yeme-istifra etme) bozukluğundan farklılık gösterir. Aşırı yeme hastalığında kişi tıka basa yedikten sonra istifra etmez ve tuvalete çıkartıcı herhangi bir ilaç veya laksatif kullanmaz.
Bu tür yeme bozukluğunu diğer bozukluklardan ayırmak amacı ile kişinin yeme davranışını izlemek gerekir. Aşırı yeme hastalığına sahip kişiler, gün içinde sık sık yemek yerler ve yedikleri zamanlarda normal insanlara göre anormal sayılacak boyutlarda aşırı miktarlarda yemek yerler. Kişiler bu yeme davranışını sergilerken kontrollerini kaybederler, fiziksel olarak aç olmasalar bile zihinsel olarak hep açtırlar. Bu kişiler bu tür yeme davranışını sergiledikten sonra genellikle utanç ve pişmanlık duyarlar ve bu durum uzun sürerse depresyona girme ihtimalleri yükselir. Aşırı yeme sorunu olan insanların bazıları suçluluk hissetmeyebilirler.
Bu hastalığa sahip kişilerin büyük çoğunluğu obezlerden oluşur fakat normal kiloda olan kişilerde de aşırı yeme hastalığı görülmektedir. Aşırı yeme hastalığına sahip kişilerde de obezite (aşırı şişmanlık) sorunu oluşma riski çok yüksektir. Obezite ile sonuçlansa da sonuçlanmasa da, yüksek kolesterol, yüksek kan basıncı, diyabet, kalp rahatsızlıkları ve kanser riski bu rahatsızlığa sahip olmayan kişilere oranla çok daha fazladır. Aşırı yeme ve obezite bir aradaysa bu risk artar.
Nedenleri Nelerdir?
Aşırı yeme hastalığına sahip kişiler araştırıldığında, çoğunun geçmişte depresyon yaşadıkları gözlenmiş, yaşamamış kişilerin ise depresyona yatkın olduğu saptanmıştır.
Günlük yaşamın stresi, duyulan kaygılar, üzüntüler, sıkıntılar ve öfkeler de aşırı yeme hastalığını tetikleyebilir. Ayrıca bazı araştırmalara göre ailesinde yeme bozukluğu olan kişilerin bu bozukluklara olan yatkınlıklarının fazla olduğu görülmüştür. Ebeveynlerinin yemeğe karşı olan tutumları da çocuklarda yeme bozukluklarının oluşumuna etki edebilmektedir. Bu etkinin genetik mi yoksa anne-babadan öğrenme yoluyla mı oluştuğu tartışma konusudur.
Aşırı yeme davranışına sahip kişilerde yapılan klinik gözlemler ve değerlendirmeler neredeyse her zaman altta yatan psikolojik bir sorun olduğunu bize gösterir. Bazı durumlarda hormonal bozukluklar da aşırı yemeye yol açabilmektedir. Ancak hormonal bir sorun yoksa, ihtiyacı olmadığı halde sürekli ve düzenli biçimde aşırı yeme davranışı sergileyen bir kişi ‘duygusal’ yeme davranışı içindedir. Bağımlılıklarda olduğu gibi, kişi yemeden kendini rahatlamış ve sakin hissedemez. Aşırı yemesine neden olan gerginliği, sıkıntı hali ve/veya depresif ruh hali yedikten bir süre sonra geri gelir.
Tedavi
Doğru ve sağlıklı yeme alışkanlığının yerleştirilmesi ile kişinin kilosu ve sorunlu yeme davranışı kontrol altına alınabilir. Ancak, aşırı yemesine yol açan psikolojik sıkıntılar üzerinde psikoterapi çalışması yapılmaz ise bir süre sonra kişinin sorunlu yeme davranışına geri döndüğü görülür. Aşırı yemeye yol açan duygusal baskıyı ortadan kaldırmak bu hastalığın tedavisinde en önemli belirleyicidir.
http://www.sagliktayenilikler.com/asiri-yeme-hastaligi/
Yrd. Doç. Dr. Adnan Çoban

27 Kasım 2014 Perşembe

Vücudun Savunma Sistemini Zayıflatıyor

Kontrol altında tutulamayan stres vücudun savunma sistemini zayıflatıyor bununla kalmayıp, gizli ve bastırılmış önemli hastalıkların da ortaya çıkmasına neden oluyor. Kişinin hastalığa yakalanmasında stresin önemli bir faktör olduğuna vurgu yapan Prof. Dr. Nevzat Tarhan, stresi kontrol edebilmenin ve onunla baş etmenin ilk adımının onu tanımak olduğunu belirtiyor.
Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü, Psikiyatr Prof. Dr. Nevzat Tarhan strese karşı uyarıyor. Geçici kısa süreli stresle, uzun süreli tekrarlayan stresin bedendeki tepkileri farklıdır diyen Tarhan, vücudun strese bağlı salgıladığı maddelerin vücudu tahrip ettiğini belirtiyor. Kontrol edilemeyen stresin vücut savunma sistemini zayıflatıp, gizli ve bastırılmış hastalıkların ortaya çıkmasına neden olduğunu kaydeden Tarhan, stresi tanımanın onu kontrol edebilmenin ilk adımı olduğunu ifade ediyor. Tarhan stresin belirtilerini şu şekilde sıralıyor.
Stresin Belirtileri
– Saldırgan veya kayıtsızlık
– Sıkıntı, gerilim hali, sinirlilik
– Neşesizlik, durgunlaşma
– Dinlenmekle geçmeyen yorgunluk
– Unutkanlık, korkulu rüyalar
– Karamsarlık, yalnızlık hissi
– Yersiz suçluluk duyguları
Bu belirtiler 3 günden fazla sürüyorsa destek şart!
Organik bir açıklaması olmayan; ağız kuruluğu, üşüme, titreme, vücutta uyuşma, karıncalanma hissi, sebepsiz çarpıntı, soğukluk veya sıcaklık hisleri, baş ağrısı, baş dönmesi, idrar sıklaşması, mide bulantısı, kusma, ishal, uyku ve iştah bozuklukları, konuşma güçlükleri, uykuda diş gıcırdatma, gürültü ve sese karşı aşırı hassasiyet gibi belirtiler 3 günden fazla sürüyorsa mutlaka bir uzmana danışılması gerekiyor.
Yardım için!
Diğer insanlara yardım edebilmek için onlardaki stres belirtilerinin bilinmesi gerektiğini vurgulyan Prof. Dr. Nevzat Tarhan, gittikçe artan içki, sigara, hap kullanımı, kolay heyecana kapılma, ani patlamalar, öfke hali, yetersiz yeme içme, çocuksu tepkiler, huzursuzluk, gereksiz riske girme, eleştiriye aşırı hassasiyet hallerinde de kişilerin destek alımının gerekli olduğunun altını çiziyor.
http://www.sagliktayenilikler.com/vucudun-strese-cevabi-agir-oluyor/

25 Kasım 2014 Salı

Büyük Şehir Hasta Ediyor...

Toplumda her 10 kişiden biri yaşamının bir döneminde en az bir kez panik atak yaşıyor. Çoğu kişide ataklar bir daha tekrarlamıyor ve yaşam bu kaygı dolu anlar unutularak devam ediyor. Ancak bazı kişiler var ki bu atakları sık sık yaşamaya başlıyor. Atakların tekrar geleceği endişesini taşıdığı için de, “evden çıkamaz” hale gelebiliyor. Acıbadem International Hastanesi Psikiyatri Uzmanı Dr. Özlem Yıldız, “Panik bozukluk” olarak adlandırılan ve çağımızın önemli bir sorunu olan bu durum, hayatı adeta kabusa dönüştürmeye yetiyor! “ diyor.

GENELLİKLE KADINLARI VE DUYGULARINI İFADE EDEMEYENLERİ TEHDİT EDİYOR

Panik atak, nedeni tam olarak bilinmeyen ve  aniden  ortaya çıkan, zaman zaman tekrarlayan, insanı dehşet içinde bırakan yoğun sıkıntı ve korku nöbeti olarak tanımlanıyor. Eğer kişi yeni bir atağın geleceği endişesiyle kaçma-kaçınma davranışlarında bulunursa, bu duruma ‘panik bozukluk’ tanısı konuyor. Panik bozukluk genellikle 20-30’lu yaşlarda başlıyor ve kadınlarda daha sık görülüyor. Mükemmeliyetçi kişiliğe sahip, ‘hayır’ diyemeyen, endişeli olan ve kızgınlık -üzüntü gibi duygularını ifade edemeyen, çekingen kişilik özelliği olan kişilerde daha sık görülüyor. Geçirilen büyük bir hastalık, ayrılma-boşanma, bir yakının ölümü, iş yaşamında bir stres veya büyük değişimler atakları tetikleyebiliyor.

"YALNIZLIK" KAYGIYI ARTIRINCA


Panik bozukluğu tetikleyen bir başka önemli etken ise ‘büyük şehir’ hayatı. Şehirleşme ve kentlerin büyümesiyle birlikte insanlar birbirini daha az tanıyor; güvenlik kaygıları oluşuyor ve yabancılaşma duygusu artıyor. Kendini koruma isteğinin artması ve bunun sonucunda diğer insanlarla ilişki kurma isteğinin azalması, kişinin kendisini yalnız hissetmesine yol açabiliyor. Psikiyatri Uzmanı Özlem Yıldız, çağımızın önemli bir sorunu olan “yalnızlık” duygusunun depresyon ve kaygı bozuklukları gibi psikiyatrik hastalıkları tetikleyen önemli bir faktör olduğuna dikkat çekiyor.



KENTLEŞMENİN GETİRDİĞİ SORUNLAR RUHSAL SIKINTILARI TETİKLİYOR

Bunun yanı sıra kentleşmenin getirdiği trafik, pahalılık, kalabalık ortamlar, toplu ulaşım araçlarında sıkışık bir şekilde gitmek, işini kaybetme endişesi gibi faktörler de kişinin kendisini gergin hissetmesini sağlayabiliyor. Örneğin İstanbul’da 15 dakikada gidilecek yere kimi zaman 2 saatte gitmek durumunda kalınabiliyor. Bunun sonucunda gerek iş gerekse sosyal hayatta planlanan durumların olmaması kişide strese yol açabiliyor ve bu bile insanlar için ruhsal sıkıntıların tetikleyicisi olabiliyor.

ATAK SIRASINDAKİ YAKINMALAR 2-10 DAKİKA İÇİNDE DORUĞA ULAŞIYOR

Panik atak, tipik olarak, yoğun bir korku, endişe ve kötü bir şeyler olacağı beklentisiyle ani olarak başlıyor ve 2-10 dakika içinde doruğa ulaşıyor. “Atak çoğunlukla 10-30 dakika sürüyor. Nadiren saatlerce devam edebiliyor” diyen Psikiyatri Uzmanı Özlem Yıldız, panik atağın belirtilerini şöyle sıralıyor:

“Panik atağı sırasında soluk alma güçlüğü, boğulma hissi, baş dönmesi, baygınlık hissi, çarpıntı, titreme, terleme, bulantı, karında gaz veya basınç hissi, uyu


şma ve karıncalanma hissi, sıcak basması ya da üşüme hissi, ürperme ile göğüste ağrı ya da sıkıntı hissi gibi bedensel belirtiler ortaya çıkabiliyor. Ayrıca ağız kuruluğu, idrara çıkma isteği, geğirme, bağırsak hareketlerinde artış, aşırı tepki verme, düşünememe, düşüncelerin yavaşlaması, başta ve ensede uyuşma ya da karıncalanma hissi gibi yakınmalar da oluyor. Bedensel belirtilerin yanı sıra tabloya sıklıkla ölüm korkusu, felç geçirme, bayılma, delirme ya da kontrolü kaybetme korkusu gibi düşünceler de eşlik ediyor. Kaygının yoğunluğuna bağlı olarak kişi, kendini ya da çevresini değişmiş ve gerçek dışı olarak algılayabiliyor.

EVDEN DIŞARI ÇIKAMAZ HALE GELEBİLİYOR

Psikiyatri Uzmanı Özlem Yıldız, hastaların bir kısmının, panik atak geçirmesi halinde kaçmasının ya da yardım almasının zor olabileceği durumlardan uzak durmaya başladığına dikkat çekiyor. Hasta, yeni bir atak geçirme korkusuyla, tek başına ev dışında, kalabalıkta veya köprü üzerinde olmaktan; otobüsle, trenle ya da arabayla yolculuk etmekten kaçınıyor. Bu durum “agorafobi” olarak adlandırılıyor. Tek başına kalamama, evden uzaklaşamama, alışveriş merkezine ya da pazara gidememe, toplu taşıma araçlarına binememe, kalabalık ortamlara girememe, trafiğin sıkışık olduğu yerlerde duramama, kuyrukta bekleyememe, çarpıntı olacak diye spor yapamama ve cinsel ilişkiden kaçınma panik bozukluk hastalarında sık görülen durumlardan bazılarını oluşturuyor.

İLAÇ VE PSİKOTERAPİ İLE ATAKLAR KONTROL ALTINA ALINABİLİYOR

Psikiyatri Uzmanı Özlem Yıldız, panik bozukluğun tedavisinde, ilaçlar, nefes ve gevşeme egzersizleri ile bilişsel davranışçı terapiler kullanıldığını belirterek şunları söylüyor: “İlaç ve psikoterapinin birlikte kullanımı tedavi başarı oranını ve ataklarla baş etme oranını artırıyor. Doğru ve istikrarlı terapi sürecinden sonra ataklar kontrol altına alınabiliyor. Süreğen bir hastalık olan panik bozukluğun seyri kişiden kişiye değişiklik gösteriyor. Bu nedenle bazı hastalarda tedavi sonrasında tam düzelme olurken, bazı hastalarda ise atakların sıklığı ve şiddetinin azalmasıyla birlikte ara ara tekrarladığı görülüyor. Stresle bağlantılı bir hastalık olan panik bozukluk ataklarını azaltmak için de kişinin öncelikle stresle baş etme yönünü güçlendirmesi gerekiyor.”

11 Kasım 2014 Salı

BU HATALAR SİZİ MENOPOZA SÜRÜKLEYEBİLİR

Hiç kuşkusuz, erken menopoz tüm kadınların kabusu ve ülkemizde her 100 kadından 3’ünü zamansız yakalıyor. Menopoza girme yaşını belirleyen en temel etkenlerden biri, kadının annesinin veya teyze gibi yakın aile bireylerinden birinin menopoza girme yaşı. Ayrıca hipotiroidi veya kanser gibi çeşitli hastalıklar ile çevre kirliliğinin artması gibi etkenler erken menopoza yol açan diğer önemli faktörleri oluşturuyor. Bu riskleri değiştirmek maalesef mümkün değil. Ancak bir de yaşam alışkanlıklarında yapılan bazı hatalar var ki bunlar da kadınların hiç beklemedikleri bir anda, erken menopozla tanışmalarına yol açıyor.  Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Dr. Derya Uyan, erken menopozla sonuçlanabilen 4 hatalı alışkanlığı anlattı:

BU HATALAR SİZİ MENOPOZA SÜRÜKLEYEBİLİR

1. Sigara içmek: Sigara içen ve içmeyen kadınlar üzerinde yapılmış olan çalışmalar, sigara kullanan kadınların diğerlerine oranla daha erken menopoza girdiğini gösteriyor. 2 bin 500 kadını, 8 yıl takip eden bir çalışmaya göre; sigara içen kadınlar, menopoza 2 yıl erken giriyor

2. Hatalı beslenmek: Vücuttaki yağ kitlesi belli bir kilonun altına inerse adet sekteye uğrayıp, kesiliyor. Zayıf olmak ve hızlı kilo vermek adetten kesilme sebebi. Yağlanma miktarı belli bir noktaya gelince kadın yeniden adet görme başlayabiliyor. Yağ kitle indeksi yüzde 12’nin altına inince hipotalamik amenore, yani adet görmeme meydana geliyor.  Bu kadınların 3te 1’i de erken menopoza giriyor.

3. Stresli bir yaşam sürmek: Stres tek başına erken menopoz nedeni olmasa da, diğer etkenlerle bir araya gelerek erken menopozu tetikleyen önemli bir etken olarak görülüyor.

4. Hareketsiz bir yaşam sürmek: Hareketsiz yaşam ve sağlıksız beslenme sonucu ortaya çıkan obezitenin erken ergenliğe yol açtığı biliniyor. Erken ergenliğe giren bu kız çocukları erken menopoz sorunuyla da karşılaşıyor.

Diğer nedenler neler?

• Aile öyküsü
• Ameliyatla yumurtalıkların alınması
• Otoimmun hastalıklar
• Kanser tedavileri
• Kromozom bozuklukları

ERKEN MENOPOZA KARŞI ÖNLEM ALIN

Kadın hastalıkları ve Doğum Uzmanı Dr. Derya Uyan menopozu geciktirmek için alınması gereken önlemleri şöyle sıraladı.

• Haftada en az 3 gün spor yapın.
• Vücut kitle indeksinizi hesaplayın. Ne çok zayıf, ne de kilolu olun.
• Sigara  kullanmayın ve pasif içicilikten uzak durun.
• Kalsiyumdan zengin beslenin. Günde 200 ml süt, yoğurt veya dondurma yiyin.
• Balık, ceviz, taze fındık, kabak çekirdeği, brokoli, lahana, karnabahar, domates, biber, havuç, mürdüm eriği, nar, üzüm, çilek karpuz, işlenmemiş tahıl ve ürünleri gibi yüksek antioksidan besinler tüketin. Ayrıca yeşil çay ve taze greyfurt suyu gibi oksijen radikali emme kapasitesi yüksek olan içecekler tüketin.
• Antioksidan ilaçlar alın. Örneğin Koenzim-Q 10, L-arginin veya Royal jelly takviyesi yapabilirsiniz.
• Güneşlenerek D vitamini aktivasyonuna yardımcı olun.
• Zararlı kimyasal maddelerden uzak durun.

http://www.hurriyet.com.tr/kelebek/saglik/27551517.asp



6 Kasım 2014 Perşembe

Sigara Dumanı Kilo Aldırıyor


ABD'deki Brigham Young Üniversitesi'nden bilim adamlarının araştırması, sigara dumanına maruz kalanların metabolizmasının değişebileceğini gösterdi. Bilim adamları, laboratuvarda kobayları sigara dumanına maruz bıraktı ve hayvanların metabolizmasını inceledi.
Dumana maruz kalan farelerin kilo aldığını gören bilim adamları, dumanın hücre yapısını değiştiren seramid adlı molekülü tetiklediğini, hücrenin normal işlevinin bozulmasına ve insüline verdiği tepkinin değişmesine yol açtığını saptadı.
Bilim adamlarından Benjamin Bikman, sigara içen bir kişiyle yaşayanların, özellikle çocukların, kalp-damar hastalıklarına yakalanma ve metabolizmayı etkileyen sorunlar yaşama riskinin arttığına dikkati çekti. Bikman, dumana maruz kalmanın insülin direncini artırdığını, bu durumun da vücudun daha fazla insülin istemesine ve şişmanlığa yol açtığını vurguladı. Seramid molekülünü engelleyen bir amino asitle tedavi edilen farelerin şişmanlamadığını belirleyen Bikman ve ekibi bir sonraki aşamada bu mekanizmanın insanlarda da işe yarayıp yaramadığının araştırılacağını belirtti.
Tiryakiler konusundaysa Bikman, "Sigarayı bırakmalılar. Belki sevdiklerine zarar verdiklerini gösteren araştırmanın sonuçları onları harekete geçirebilir" ifadesini kullandı.
Araştırmanın sonuçları "American Journal of Physiology: Endocrinology and Metabolism" dergisinde yayımladı.

5 Kasım 2014 Çarşamba

Astım Hastaları İçin En Riskli Mevsim

Astım hastaları için en riskli mevsim sonbahar. Çünkü bu mevsimde sıkça görülen grip ve soğuk algınlığı kimi hastalarda astım ataklarını tetiklerken, kimilerinde ise tablonun kötüleşmesine yol açıyor.

Astım, tüm dünyada 300 milyonun üzerinde kişide görüldüğü tahmin edilen önemli bir sağlık sorunu. Ülkemizde de yaklaşık her 100 erişkinden 5-7'sini, her 100 çocuktan da 13-15'ini etkisi altına alıyor. Astım, doğru tedavi ile kontrol altına alınabiliyor. Ancak kontrol altına alınamadığında yol açtığı nefes darlığı, sık ve inatçı öksürük, hışırtılı solunum gibi yakınmalarla günlük aktiviteleri ciddi olarak kısıtlayabilecek kadar ağır seyredebiliyor. Astım hastalarının bu mevsimde üst solunum yolları enfeksiyona karşı çok dikkatli olmaları gerekiyor. Çünkü grip, hatta basit bir soğuk algınlığı bile kimi astım hastalarında atakları tetiklerken, kimilerinde ise atakların daha da kötüleşmesine yol açabiliyor. Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Bahri Temüray, üst solunum yolu enfeksiyonlarının özellikle genç ve ileri yaşlardaki astım hastalarında tehdit oluşturduğuna dikkat çekerek, “Çünkü bu grup hastalar gerek mevsimin getirdiği gece gündüz ısı farkına, gerekse alerjenlere sonbaharda daha çok hassas ve savunmasız oluyorlar“ diyor.

SONBAHAR, ASTIM HASTALARI İÇİN EN RİSKLİ MEVSİM
Astım ataklarının görülme sıklığı sonbahar mevsiminde artıyor. Hatta, bu mevsim astım hastaları için en riskli mevsimi oluşturuyor. Bunun nedeni ise sonbaharda hemen herkesi etkisi altına alan soğuk algınlığı ve grip gibi hastalıklar ile astım atakları arasında bir ilişki olması. Astım solunum yollarının kronik bir iltihap sonrası aşırı derece duyarlı olması ve bazı faktörler nedeniyle zaman zaman daralmasıyla seyreden bir solunum hastalığı. Grip, hatta basit bir soğuk algınlığı gibi hastalıklar hava yollarında enflamasyon oluşturarak astım ataklarını tetikliyor. Çok hafif bir üst solunum yolu enfeksiyonu bile astım hastalarında nefes darlığı, solunum zorluğu, sık ve inatçı öksürük, hırıltı,hışırtılı solunum gibi ciddi problemlere yol açabiliyor. Üstelik, bu hastalıkların neden olduğu öksürük ve nefes darlığı gibi astım semptomları haftalarca sürebiliyor. Bu yüzden astım hastalarının üst solunum yollarının sık görüldüğü sonbahar mevsiminde kendilerini korumaları ve düzenli olarak doktor kontrolünden geçmeleri büyük önem taşıyor.

EV ALERJENLERİ DE SONBAHARDA ARTIYOR!
Sonbahar, özellikle ev içinde bulunan akarlar nedeniyle astım hastaları açısından oldukça zor geçiyor. Çünkü değişen nem ve ısı gibi iklimsel koşullarından etkilendikleri için ev tozu ve küf mantarı gibi alerjenlerin yoğunluğu sonbahar mevsiminde artıyor. Bu parazit niteliğindeki böcekler halı, kilim, yorgan, yastık, tüylü eşyalar ve oyuncaklarda yaşıyor. Yaşadıkları ortama bıraktıkları dışkıları da; bunların üzerinde yürüme, silkme ve benzeri hareketlerle çevredeki havaya karışıyor. Buradan buruna, burundan da kolayca solunum yollarına ulaşarak sıklıkla alerjik astıma yol açıyor. Hem alerjenlerin yoğunluğunun artması, hem soğuyan hava yüzünden ev ortamında daha fazla bulunulması nedeniyle alerjik astımlılarda hapşırık, burun akıntısı, geçmeyen öksürük, nefes darlığı, hırıltı gibi yakınmalar artabiliyor. Hatta sadece bu dönemde hastalık ortaya çıkıp daha sonra tamamen normale dönebiliyor.



ASTIM ATAKLARINDAN KORUNMAK İÇİN…
• Eğer grip veya nezle olmuşsanız, bir an önce doktora başvurarak tedavi olun.
• Çevrenizde üst solunum yollarına yakalanmış bir hasta varsa, kendinizi korumaya özen gösterin. Bunun için de öncelikle kalabalık ortamlardan uzak durun. Kapalı ortamlarda kısa süre kalın eğer bu mümkün değilse havalandırmanın yeterli olup olmadığını kontrol edin.
• Bolca su için. Ellerinizi sık sık yıkayın ve dengeli beslenin.
• Sigara içiyorsanız, bu zararlı alışkanlığınızdan mutlaka vazgeçin. Ayrıca sigara içilen ortamdan da kaçının.
• Hava kirliliğinin yoğun olduğu ortamlarda bulunmamaya dikkat edin.
http://www.ntvmsnbc.com/id/25548160/

4 Kasım 2014 Salı

SAĞLIK İÇİN BUNLARA DİKKAT!



Kalbi korumak, alkol ve sigaradan uzak durmak, beslenmeye özen göstermek ve spor yapmak sağlıklı bir vücut için önemli ama yeterli değil…
Temizlikten uyku düzenine, cinsel yaşamdan stresten uzak durmaya sağlıklı yaşamın birçok kuralı olduğunu belirten TOBB ETÜ Hastanesi kardiyoloji uzmanı Dr. Rahşan Turan, hafta da 1 gün de olsa şehirden uzaklaşmayı ve doğayla baş başa olmayı önerdi.
OLMAZSA OLMAZ…
Vücudun hasta düşmemesi, esenlik ve sıhhat durumu iyiliğinin sağlıklı olmayı anlattığını ifade eden Dr. Rahşan Turan, “Sağlıklı yaşam ise kişinin temizliğine ve beslenmesine dikkat etmesi, spor yapması ile birlikte yaz-kış aylarında hastalıklara yakalanmadan yaşamını idame ettirebilmesidir. Sağlıklı yaşam kişinin olmazsa olmazlarındandır” diye konuştu.
SAĞLIK İÇİN BUNLARA DİKKAT!
Egzersiz, kalp sağlığı ve beslenme ilişkisinin önemine dikkat çeken Dr. Turan, sağlıklı bir yaşam için uyulması gerekenler ve kuralları şöyle sıraladı;
1-Spor yapmaya özen gösterilmeli.
2- Sağlıklı beslenmeli; yağlı yemekler ve aşırı yemek yenmemeli, sabah kahvaltısı mutlaka yapılmalı, meyve-sebze tüketimine özen gösterilmeli.
3- Alkol ve sigara tüketilmemeli.
4- Gün içerisinde sürekli oturulmamalı, aktif olunmalı.
5- Kişisel temizliğe ve çevre temizliğine önem verilmeli.
6- Stresten uzak durulmalı.
7- Cinsel yaşama dikkat edilmeli.
8- Uyku düzenine dikkat edilmeli.
9- Haftada bir bile olsa şehrin stresli yaşamından uzaklaşmanız, doğa ile baş başa kalmanız size ve sağlığınıza iyi gelecektir.
TEDBİR ALIN…
Kalp ve damar hastalıkları, batı ülkelerinde olduğu gibi ülkemizde de en yaygın ölüm nedenlerinden biridir. Kalp sağlığını korumanın yolu önceden tedbir almaktan geçmektedir.
Beslenme
Tansiyonu ve kolesterolü kontrol altına almanın ilk şartı sağlıklı ve dengeli bir diyet uygulamaktır. Bunun için doymuş yağlardan ve tuzdan olabildiğince kaçınmak, meyve, sebze ve lif yönünden zengin besinlere yönelmek gereklidir. Doğru rejimin normal miktarda protein içermesi, bu proteinin ise balık, kümes hayvanları ve az yağlı kırmızı etten (dana eti) alınması önerilmektedir.
Kilo
Yüksek tansiyona yol açan nedenlerin başında fazla kilolar gelmektedir. Fazla kilolu olmak aynı zamanda koroner kalp hastalığı, kalp yetersizliği ve inme için de risk oluşturmaktadır.
Alkol ve sigara
Günümüzde sigara, önlenebilir ölüm sebepleri içinde ilk sırayı almaktadır. Sigara kullanımı, kansere, kalp damarlarının tıkanmasına dolayısıyla kalp krizine sebep olmaktadır.
Fiziksel egzersiz
Düzenli sporun bizi kalp krizi ve inmenin yanı sıra kemik erimesi, şeker hastalığı, kalın bağırsak ve meme kanseri, depresyon ve bunama gibi ciddi birçok kronik hastalıktan koruduğunu gösteren güçlü kanıtlar var. Egzersizin hemen her hücremize olumlu etkisi var desek yanlış olmaz.
KALP SAĞLIĞI VE SPOR
Spor yapmanın kalp ve damar sağlığını doğrudan etkilediğini vurgulayan Dr. Turan, her kas gibi kalp kasının da antrenman yaptıkça daha güçlü ve verimli çalıştığını ifade etti. Dr. Turan, sporun vücutta yarattığı olumlu etkileri şu sözlerle aktardı;
Kalbin çok hızlı çarpmasını önler
Antrenmanlı kalp, sıkıntılı bir durumla karşılaştığı zaman sakin bir tepki verir. Hareketsizliğe alışmış olan kalp ise kolay telaşa kapılır. Örneğin; otobüse yetişmek için koşarken veya çok heyecan uyandırıcı bir durumla karşılaşan kalbin hızı kolayca yükselir, dakikada 180-200’e kadar çıkabilir. Halbuki bir sporcunun kalbi aynı koşullarda daha yavaş atarak tepki verir ve en kısa zamanda normale döner.
Tansiyonu düşürür
Düzenli spor yapanlarda, örneğin günde yarım saat tempolu olarak yürüyenlerde kan basıncının düştüğü biliniyor. Özellikle tansiyon tehlikesi altında olanların her gün yapacakları yürüyüşle bu tehdidi bertaraf etmeleri mümkün. Araştırmalara göre fiziksel egzersiz, yüksek tansiyonu olanlarda tansiyonu kontrol altına almada yardımcı olmakta ve ilaç gereksinimini azaltmaktadır.
Zayıflatır
Düzenli egzersiz sadece spor yapıldığında değil, dinlenme halinde tükettiğimiz enerjiyi de artırdığı için kilo vermeyi kolaylaştırır. Kilo verdikten sonra düzenli spor yapmadan ideal kiloyu korumak çok zordur.
İyi kolesterolü yükseltir
Damar sertliğine karşı koruyucu rol oynayan HDL kolesterolü yükseltmenin yollarından biri egzersiz yapmaktır. Haftada 3 gün 3 kilometre yürüyenlerde bile iyi kolesterolün yükseldiği biliniyor. Egzersizin süresi ve sıklığı arttıkça olumlu etki de artar.
Kanın aşırı pıhtılaşmasını önler:
Düzenli egzersiz kanda pıhtılaşmayı başlatan ve güçlendiren maddelerin dengede kalmasına yardımcı olur.
Şeker hastalığını önler
Diyabet olma riski yüksek olanların ellerinde sağlıklı beslenmenin yanı sıra çok güçlü bir silah daha var: düzenli egzersiz. İlaçlardan çok daha etkin, yan etkisi yok, hem de bedava.
Stresi azaltır
Düzenli spor yapanların hareketsiz bir yaşam sürenlere göre daha az endişeli olduklarını, uykularının daha düzenli olduğunu gösteren çalışmalar var.
GEZİNTİ YERİNE HIZLI YÜRÜYÜŞ…
Günde 30 dakika hızlı (saatte 5-6 kilometre hızla) yürümenin ve bunu en az haftada 5 gün yapmanın kalp ve damarlara yararlı olduğu biliniyor. Yarım saat sürekli yürüyemezseniz, günde 3 kere 10 dakika yürüseniz bile yeterli.  Yaptığınız egzersiz ağırlaştıkça sağlığa olumlu etkisi artıyor. Buna karşılık gezinti yapar gibi yavaş yürümek aynı yararı sağlamıyor. Unutulmaması gereken bir diğer önemli nokta da 30 dakikalık yürüyüşün normal günlük faaliyetlere ek olarak yapılması gerektiği.
ÖLÜME DAVETİYE ÇIKARMAYIN…
Isınmadan yapılan spor ve ani efor sarf edilmesi, kalbe ani yük getirerek kalp krizi ve ani ölümlere davetiye çıkarır. Gerekli ısınma hareketleri yapılmadan spor yapılması ve böylece kalbe ani yük getirilmesi, kalp duvarlarının kalınlaşmasına, kalbi besleyen damarların sıkışmasına, ritim bozukluğuna ve hatta kalbin durmasına neden olabilir. Doğuştan kalp rahatsızlığı olanlar, ritim bozukluğu sorunu yaşayanlar ve ailesinde kalp rahatsızlığı bulunanlar, bu konuda daha fazla risk altındadır. Bu nedenle bu kişilerin düzenli spor yapmaya başlamadan önce mutlaka bir hekim kontrolünden geçmeleri gerekir.
http://www.sagliktayenilikler.com/saglikli-yasamin-altin-kurallari/

27 Ekim 2014 Pazartesi

"Zayıflamaya ve sağlığını geri almaya karar vermek lazım."


Lerna Baytar Demirci tam psikolojisi çöktüğü bir anda bir senedir başının etini yiyen arkadaşı Karin'in tavsiyesini dinledi. Dört ayda dünyası, yeme alışkanlıkları ve psikolojisi değişti. Meşhur neşesi yerine geldi. Kendine güveni sonsuz bu güzel ve genç hanımı bunca mutlu eden olaylar zinciri bakalım nasıl gelişti:
Zayıflamaya ve sağlığını geri almaya karar vermek lazım. Sen  nasıl karar verdin Lerna? Kolay bir karar mıydı?
Doğumlardan dolayı çok kilo alıp bir türlü verememiştim. Hep vermek istiyordum. Kararlıydım, çeşitli diyetisyenlere gidiyor her Pazartesi rejime başlıyor hafta sonuna ulaşamadan bırakıyordum. Sinirli oluyordum. Her bıraktığım rejim listesiyle moralim biraz daha bozuluyor asla kurtulamıyacağımı düşünüyordum.

Mora Terapi ile zayıflamayı denemek nereden aklına geldi?
Sevgili Karin Arslanyan Abrahamoğlu Özel Uzmanlar Tıp & Estetik Merkezinde halkla ilişkiler ve muhasebedeydi. Tam bir sene çırpınmamı görerek bana Mora Terapi'yi denememi söylüyordu. Aslında bir yerde başımın etini yedi. Buraya geldiğimde artık psikolojim bütünüyle çökmüştü. İnancımı yitirmiştim. Ha bir eksik rejim anısı, ha bir fazla Karin'i kırmayıp geldim.


İlk Mora Terapi ile tanıştığında inandın mı?
Buraya geldiğimde tedirgindim. Bir Perşembe günüydü, diyetlerime hep Pazartesi başlardım ve bırakırdım. Bu sefer Perşembe olması da bir enerji verdi bana.  Mora Terapist Servet Çetin ile tanıştım. Konu hakkında muhteşem bir brifing dinledim. Tedirginliğim geçti ve kilo verdikçe kendime güvenim arttı.

Karşımda gözlerinin içi gülen son derece alımlı incecik bir genç hanım duruyor peki kaç kilo verdiniz, ne kadar zamanda ve kaç ay oldu?
Ben listemi harfi harfine takip ettim. Tedavimin sonucunda 22 kilo verdim. Mucize gibi değil mi? Tam iki uzun senedir kilo almadım çünkü zararlı yiyecekleri yeme ihtiyacı hissetmiyorum. Onlar Mora Terapi ile hayatımdan çıkıp gittiler.

Daha önce ki gibi sinirli oldunuz mu kaç senelik kilolarınızı verirken?
Hiç zorlanmadım, hiç sinirlenmedim, moralim bozulmadı. Hiç olmadığım kadar pozitiftim. Öğünlerimi atlamadan yedim. Hiç bir şeyi canım istemedi. Mora Terapi bir mucize.

Eşiniz ve dostlarınız nasıl karşıladı bu başarınızı?
Eşim ben mutlu olduğum için çok mutlu oldu. İşin ilginci bu mucizeye ancak Mora Terapiye getirdiğim arkadaşlarım inanıyor. Bu mucizeye 10-15 kadar arkadaşımı ortak ettim. Onları da Özel Uzmanlar Tıp ve Estetik Merkezi'ne getirip Mora Terapistim Servet Çetin hanıma teslim ettim. Özellikle bana hiç inanmayan bir arkadaşım vardı. Onu da getirdim şimdi kendisine inanmayanlara kızıyor. Beni sonuna kadar anlamış oldu.
  Lerna Baytar Demirci ve eşi
Obezite günümüzün en büyük sorunu ne söylemek istersiniz?
Bence Devlet Mora Terapi için obezite hastalarına destek vermeli. Yapılmayıp bir kenara fırlatılan bir birinin aynı rejim listelerini yazan diyetisyenler bu konuda pek yeterli olamıyor. Ben an be an yaşadım ve gördüm. Bu mucizeyi yaşadığım için çok şanslıyım. Teşekkürler Karin, teşekkürler Servet Çetin, teşekkürler Özel Uzmanlar. İyi ki hayatımda varsınız.
Mora Terapist Servet Çetin, Lerna Baytar Demirci, Hürriyet Turnalı
Servet Çetin Mora Terapi ile ilgili bilgi veriyor
http://hport.com.tr/saglik/lerna-baytar-demircinin-inanilmaz-mucizesi-lernanin-mucizesine-katilmak-ister-misiniz

22 Ekim 2014 Çarşamba

Sigaranın Bozduğu Tat: Kahve

FRANSA’da biliminsanları 451 kişi üzerinde yaptıkları bir araştırma sonucunda sigarayı bırakanların tuzlu, tatlı ve ekşi tatları hiç sigara içmemiş insanlar kadar iyi alabildiklerini ancak kahvenin tadını asla olması gerektiği gibi hissedemediklerini keşfetti.

Paris’teki Pitie-Salpetriere Hastanesi çalışanları üzerinde gerçekleştirilen ve Chemosensory Perception adlı akademik dergide yayınlanan araştırma sonucunda uzun süre sigara içtikten sonra bırakmış deneklerden 5’te 1’inin kahvenin tadını algılamakta zorlandığı ancak hiç sigara içmemiş kişilerde bu oranın yüzde 13’te kaldığı gözlemlendi.Uzmanlara göre, sigara içenlerin vücudunda oluşan tütün birikimi tat alma hücrelerinin kendini yenilemesini engelliyor. Bu kişiler sigarayı bıraksalar dahi bazı tatları asla yoğun hissedemiyor.

20 Ekim 2014 Pazartesi

Düzenli Uyku Kilo Vermenizi Kolaylaştırır

Kilo vermek isteyenler ilk olarak düzenli olarak spor yapmayı ve sağlıklı az kalori alarak beslenmeyi göz önüne alarak bir zayıflama planı oluşturmakta, uyku düzeni ise genel olarak çok da ciddiye alınmamaktadır. Nasıl ki sporsuz diyet yaptığınızda kas kaybedersiniz, uykunuzu düzenli uyumadığınızda da aldığınız besin artar ve kilo vermeniz yavaşlar. Sağlıklı yaşamak için düzenli beslenme, düzenli spor ve düzenli uyku şart.

Düzensiz Uykunun Olumsuz Etkileri Nelerdir?
Kilo vermeniz uyku düzeninizin olmaması durumunda salgılanan bazı hormonlar tarafından durdurulabilir. Leptin hormonu beyne doyduğunu bildiren hormondur. Leptin hormonu geceleri daha az salgılandığından yediğiniz zaman beyne gönderilen sinyaller gecikir.
Gece uykularını erteleyip geç saatler de uyuyanlar dolayısıyla geç uyanacakları için daha fazla yemek yeme ihtiyacı duyarlar. Gece uyumayan kişiler genellikle abur cubur yemeye yönelirler. Yatmaya yakın yenilen yüksek kalorili besinler vücutta yağ olarak depolanır ve yakılması oldukça güçtür. Bu yağları yakmak için olduğundan daha fazla enerji harcamanız gerekebilir.

Uykusuzluk Problemi İçin Ne Yenmelidir?
Kafein içeren içeceklerden uzak durmalısınız. Kahve, çay, çikolata ve enerji içeceği gibi içecekler tüketmek uykusuzluk sorununu ortaya çıkarmaktadır.
Aşağıdaki listelenen yiyeceklerden tüketmek uyku sorununuz var ise size yardımcı olabilir. Her gün düzenli şekilde tüketerek vücudunuzu uyku düzenine alıştırabilirsiniz.
Ilık süt
Yoğurt
Kefir
Muz
Elma
Kayısı
Bal

Düzenli Uyku İle Kilo Vermek İçin Neler Yapılmalıdır?
Gece uyumadan en az 2 3 saat önce yemek yemeyi bırakmalısınız.
Akşam yemeklerinde mümkün olduğunca hafif yemekler tercih edilmelidir. Ağır yağlı yemekler yerine çorba, salata ve sebze yemekleri tercih edilmelidir.
Akşam yemekten sonra çay, kahve gibi içecekler içilmemelidir.
Erken saatte uyuyup erken saatte uyanmaya özen göstermelisiniz. Erken uyanırsanız metabolizmanız daha hızlı çalışmaya başlar ve kilo vermek de daha da kolaylaşır.
Yaptığınız sporlar gece daha iyi bir uyku uyumanıza yardımcı olmaktadır. Yatmadan hemen önce spor yapmamaya özen göstermelisiniz. Sabah sporu yaparak metabolizmanızı hızlandırabilirsiniz.
http://www.zayiflamaiksiri.com/2014/10/uykunun-kilo-verme-uzerindeki-etkileri.html?showComment=1413078026276

13 Ekim 2014 Pazartesi

Fazla Kilo Kemik Erimesini Artırabilir!

Vücutta pek çok sistemi olumsuz etkileyen obezite, kemiklerde de önemli hasarlara neden olabiliyor. Aşırı kilolu insanların kemiklerinde yağ hücreleri oluşuyor ve bu durum kemikleri daha kırılgan hale getiriyor. Memorial Şişli Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji Bölümü’nden Op. Dr. Arda Çınar, obezite ve kemik sağlığı ilişkisi hakkında bilgi verdi.
Şişman insanlarda kemik kırığı riski artıyor
Obezite ve osteoporoz (kemik erimesi) günümüzde gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin en önemli sağlık sorunları arasında yer almaktadır. Obezite, genel olarak bedenin yağ kütlesinin yağsız kütleye oranının aşırı artması sonucu boy uzunluğuna göre vücut ağırlığının istenilen düzeyin üstüne çıkmasıdır. Osteoporoz ise kemik kütlesinde azalma ve kemik dokunun mikro-mimarisinde bozulma sonucu kemik kırılganlığının ve kırık riskinin artması ile karakterize sistemik bir iskelet hastalığıdır. Birkaç sene öncesine kadar obezitenin kemik mineral yoğunluğu üzerinde olumlu bir etki oluşturduğu kabul edilse de, yapılan son araştırmalarla bunun doğru olmadığı görülmektedir.
Kemiklerin içine yağ gizleniyor
Obezitenin iskelet yapısı üzerindeki olumsuz etkisi kemik oluşumundan sorumlu olan kemik iliği hücrelerinin yerini yağ hücreleri geçmesi ve kemiğin gücünü kaybetmesi olarak özetlenebilir. Aşırı kilolu ve osteoporozu olan kişilerde kemik iliği yağ oranı normalin çok üzerinde çıkması bu durumla açıklanmaktadır. Bu durum kalça kemiği ve omurga kemiklerinde yapılan radyolojik taramalarda kemik yoğunluk değerlerinin düşmesi ile sonuçlanmaktadır.  Bu da kemikte güç kaybına,  kırık oluşma riskinin artmasına yol açmaktadır.
Kadınlarda daha fazla görülüyor
Menopozdan sonra görülebilen postmenopozal kemik erimesinde, obezitenin kemik mineral yoğunluğuna etkisi araştırılmaktadır. Ancak günümüzde yapılan bilimsel çalışmalarda aşırı kilolu kişilerde yüksek oranda yaşa göre kemik yoğunluğu azalması olduğu görülmektedir. Ayrıca hareketsiz yaşam şekli bulunan kadınlarda kemik mineral yoğunluğu kayıpları için risk taşımaktadır. Özellikle aşırı kilolu olanlarda fiziksel aktivenin azlığı kemikler üzerinde büyüme hormon düzeyinde azalışa neden olarak kemik mineral yoğunluğunun devamını engellemektedir. Bununla birlikte obezite, oluşan yeni kemiklerin dokusunda daha fazla yağ hücrelerinin bulunmasına ve daha kırılgan bir yapıya sahip olmasına neden olmaktadır. Bu şaşırtıcı sonuç için çesitli mekanizmalar suçlanmaktaysa da sonuç olarak kemiğin osteoklastik ( kemiği eriten) aktivitenin artışı  oluşan yağ dokusunun kemik iliğinde daha fazla yer aldığı hipotezini ortaya koymuştur.
Tedavi için öncelikle obezite kontrol altına alınmalıdır
Dünya Sağlık Örgütü tarafından osteoporoz için altın standart olarak kabul edilen yöntem DEXA (kemik ölçümü) ve kırık varlığı/yokluğunun birlikte değerlendirilmesidir. DEXA ile kemik mineral yoğunluğu (KMY) ölçülür. Bu sayede osteoporozun tanısal kriterleri sağlanır. Obezite tanısı, kabaca vücut kitle indeksi denilen ve kişinin kilosu ile boyunun ölçümü ile yapılan değerlendirme sonrası konulmaktadır. Tedavide öncelikle obezitenin kontrolü gerekmektedir.  Sonrasında da kemik ölçümü değerleri tedavi sınırının altında ise ilaç tedavisi uygulanır.  40 yaş üzeri sırt kaslarını değerlendirme ve sırt kaslarını güçlendirici egzersizler, dik duruş egzersizleri ve bel kemiği ile ilgili destek kullanımı yararlı olabilmektedir.
http://www.sagliktayenilikler.com/fazla-kilolar-kemik-erimesine-neden/

10 Ekim 2014 Cuma

Alerjik Hastalıkların Tedavisinde Geç Kalınmamalı

Alerjik hastalıkların,  çocuklarda görülme sıklığı her geçen gün artıyor. Araştırmalar her 6 çocuktan birinde astım, her 10 çocuktan birinde alerjik nezle ve her 20 çocuktan birinde egzama olduğunu gösteriyor. 9 Aralık Dünya Alerji Günü’n de Liv Hospital Çocuk Alerji ve Astım Uzmanı Doç. Dr. Ahmet Akçay, alerjik hastalıkların teşhisinde en önemli tanı metodunun cilt alerji testi olduğuna dikkat çekiyor. Doç. Dr.Akçay “Ancak sadece cilt alerji testi yeterli değildir. Alerji testiyle birlikte çocuğun şikayeti ve muayene bulgularını değerlendirerek karar vermek gerekir. Teşhis ve tedavide geç kalmamak çok önemli”diyor.  Doç. Dr. Ahmet Akçay, Dünya Alerji Günü’nde ebevenylere A’dan Z’ye alerjiyi anlattı…

Başlıca alerjik hastalıklar ve belirtileri nelerdir?
Astım (alerjik bronşit), hışıltılı çocuk, alerjik nezle, egzama, besin alerjisi, ürtiker (kurdeşen), ilaç alerjisi ve arı alerjisidir. Sık sık öksürük, nefes sıkışması ve hırıltı şikayeti oluyorsa astım olabileceği; peş peşe hapşırma, nezle, burun kaşınması ve burun tıkanması gibi belirtiler oluyorsa alerjik nezle olabileceği, bebeklikte başlayan yüzde kızarıklık, yaş büyüdükçe boyun altlarında ve eklem yerlerinde kaşıntı oluyorsa egzama olabileceği akla gelmelidir. Bu belirtiler çocuğunuzda varsa mutlaka çocuk alerji uzmanı ile temasa geçmelisiniz.

Çocuk alerji uzmanı alerjik hastalıklara bütün olarak ilgilenir
Çocuk alerji uzmanları doğumdan 18 yaşına kadar olan bebek, çocuk ve ergenlerde görülen astım, alerjik nezle, hırıltılı çocuk, egzama, ürtiker gibi cilt alerjileri, göz alerjisi, gıda alerjisi, ilaç alerjisi, böcek alerjisi, meslek alerjileri, alerjik şok ve heriditer anjioödem gibi alerjik sorunların teşhis, tedavi ve izlemleri ile ilgilenen uzmanlardır. Alerjik hastalıklar genelde birlikte olmaya eğilimlidir. Genelde astımla birlikte alerjik nezle de vardır. Egzamalı çocuklarda genelde gıda alerjisi sıktır. Astım ve alerjik nezle gelişme olasılığı yüksektir. Çocuk alerji uzmanları alerjik hastalıklarla bir bütün olarak ilgilenen uzmanlardır.

Çocuk Alerjisi ve Astım Bölümü’nde ki uygulamalar nedir?
Cilt alerji testi yama testi, solunum fonksiyon testleri, çocuk alerji uzmanı tarafından yapılmaktadır.Kandan alerji testi, ter testi, astım izlem (nefeste nitrik oksid seviyesi) testi yapılabilmektedir. Ayrıca tüm radyolojik ve nükleer tıp çalışmaları gerektiğinde uygulanmaktadır.
http://www.sagliktayenilikler.com/alerjik-hastaliklarin-tedavisinde-gec-kalmayin/

13 Şubat 2014 Perşembe

Mutlu Kilo Vermek İçin

Son yapılan araştırmalar gösteriyor ki “kilo sorunu” sağlıklı yaşam için artan bir tehdit olmaya devam etmektedir. Herhangi bir maddeye olan bağımlılık gibi karbonhidrat bağımlılığı da kontrol etmeye ya da vazgeçmeye çalıştıkça güçlenen arzuyla kendini belli eder. Yanlış beslenme, hareketsizlik, insülin direnci kilo sorununda birincil sebepler olarak ortaya çıkarken basit psikolojik travmaların bile beslenme tarzını etkilediği bilinmektedir. Stresli dönemler, depresyon yeme içme dengesini bozarak çabuk kilo alımını tetikler. Özellikle 65 yaş altı, eğitimli ve yüksek gelirli insan grubunda daha fazla öne çıkan depresyon-fazla kilo ilişkisine ergenlik döneminde de sıklıkla rastlanır. Hamilelik döneminde fazla kilo almış annelerin depresif belirtiler geliştirdiği de gözlemlenen bir durumdur. Fazla kilolar yalnızca estetik kaygılara değil aynı zamanda kalp, tansiyon, şeker hastalığı gibi yaşam kalitesini ve süresini kısaltan pek çok hastalığa da yol açabilir. 

Bu sorunun çözümünde, dünyanın pek çok ülkesinde ve Türkiye’de de tamamlayıcı tıp yöntemleri tercih edilmekte. Bir tamamlayıcı tıp yöntemi olarak Mora Terapi, karbonhidrat tüketme alışkanlığından kurtulmak için kişinin yeme isteğini ortadan kaldırma yaklaşımıyla, biorezonans yöntemini başarılı bir şekilde uygulamaktadır. Mora Terapi ile Kilolardan Kurtulma Tedavisinde, kişinin beyaz un, şeker, nişasta, çikolata gibi karbonhidrat ağırlıklı kilo aldırıcı gıdaları tüketme miktarının kolaylıkla azaltılması ve bu gıdalara olan düşkünlüğünün giderilmesi sağlanır. Aynı zamanda kişiye önerilen kolay bir diyet programıyla da yeme alışkanlıklarının düzene girmesi ve daha sağlıklı yeme alışkanlığı geliştirmesi desteklenir. Böylelikle kilo verme çok kolaylıkla gerçekleşir. 


Hasan Kalyoncu Üniversitesi Beslenme ve Diyetetik Bölüm Başkanı Yrd. Doç. Dr. Feryal Erverdi Mora Terapi ile yaşadığı deneyimleri ve izlenimleri şöyle aktarıyor: “30 yıllık meslek hayatımda fark ettim ki, şişman bir birey tüm kilolarından kurtulsa da, 30 kg, 40 kg verse de mutlu olamıyor. Çünkü istediği şeyleri rahatça, gönlünce yiyemeyeceğinin farkında olmanın mutsuzluğunu yaşıyor. Elbette başlangıç kilosundaki duruma göre düzelen birçok faktör var. Ancak yeterli değil. MORA Terapi ile “Zayıflama ve Kilo Kontrolü” programlarını uyguluyorum. Tek seansta iştah ve besinlere düşkünlük normal hale geldiği için danışanlarım memnun. Tatlı ya da ekmek istemediklerine inanamıyorlar. Mutlular. Hangi yöntemle sonuç alınırsa alınsın Zayıflama ve Kilo Kontrolü programlarında temel esas kilo koruma programlarıdır. Beden Kitle İndeksi (BKİ) nin hesabını günümüzde bilmeyen yoktur diye düşünüyorum. Kilogram cinsinden vücut ağırlığının metre cinsinden boy uzunluğuna oranıdır. 

Vücut Ağırlığı (kg) / Boy uzunluğu (m)
Çıkan değerin 25 ve altı olmasını isteriz. Daha genç bireylerde bu oran 21-22 ye kadar düşürülebilir. Bu hesaba göre BKİ 27 ve üstü ise kilo verildikten sonra ki kilo koruma programı en az 6 ay olmalıdır (kilo 3 ayda verilmiş olsa da). Abarttığımı düşünebilirsiniz ama bazı durumlarda bu süre 1 yıla kadar çıkar. Yani kilo veren bir danışan 2 ile 4 hafta aralıklarla Mora Terapi koruma programına gelmelidir. Diğer yöntemlere göre daha etkili ve kesin sonuç alınmasına rağmen danışanların bu koruma döneminin aslında daha mühim ve kalıcı sonucu sağlayacağına dair inançlarının bir türlü oluşmadığını üzüntüyle dile getirmek isterim. MORA Terapi ile Zayıflama ve Kilo Kontrolü programı şişman bireylerin herhangi bir besinin yoksunluğunu hissetmeden zayıflayabilecekleri etkili bir programdır.” 

Türkiye'de konuyla ilgili pek çok klinik çalışması bulunan, bir üniversite hastanesinde de kullanılan, sağlık bakanlığı onaylı biyofiziksel terapi cihazı olan Mora Terapi, bağımlılıklardan kurtulmada geleneksel tedavi yöntemlerine göre daha kısa sürede ve kalıcı sonuçlar ortaya koyması sebebiyle en çok başvurulan tamamlayıcı tedavi yöntemleri arasındadır.