26 Aralık 2018 Çarşamba

MÜZİK TERAPİSİ NEDİR? NELER İÇİN KULLANILABİLİR?


Müzik, günlük yaşantımızın her alanında önemli rol oynamaktadır. Sakinleştirici veya uyarıcı, neşe veya üzüntü verici olabilmektedir. Anılarımızı canlandırabilir; duygularımızı ifade etmemize yardımcı olabileceği gibi değişik duyguların ortaya çıkmasına da neden olabilir.

Müzik terapi, insanların sağlık durumunda düzelme sağlamak amacıyla terapötik bir ortam sağlayarak melodi, ritim, seyir ve ton gibi müzikal bileşenlerinin kullanılması ile uygulanmaktadır.  Müzik terapide her tür enstrüman ve insan sesi kullanılabilmektedir.

Dünya Müzik Terapisi Federasyonu (WFMT) müzik terapiyi; ‘Müzik terapisi, bir müzik terapistinin bir danışan veya grupla, onların fiziksel, duygusal, zihinsel, sosyal ve kognitif ihtiyaçlarına karşılık verebilmek adına iletişim, diyalog, öğrenim, mobilizasyon, ifade, organizasyon ve bunlarla ilişkili diğer terapötik amaçları gerçekleştirebilmek ve kolaylaştırmak amacıyla planlı bir süreçte müzik ve/veya müzikal unsurları (ses, ritim, melodi ve armoni) kullanmasıdır’ şeklinde tanımlamaktadır.


İnsan yaşamında etkili ve güçlü bir iletişim aracı olan müzik, yalnızca ruhsal yapının kötü olduğu durumlarda değil, iyi olduğu durumlarda da insanı etkilemektedir. Müzik kendine özgü dili, yapısı ve anlatım öğeleriyle insanın duygu ve düşüncelerine seslendiği söylenebilmektedir. Bu bağlamda eski medeniyetlerde de psikolojik sorunların giderilmesinde müziğin terapik etkilerinden yararlanılmıştır. Tarihin ilk dönemlerinde şamanlarla başlayan müziğin terapötik kullanımı Antik ve Orta çağ’ da Batı medeniyetinde de etkisini göstermiştir. İslam medeniyetinde sufilerin ilgi gösterdiği müziğin iyileştirici gücü Osmanlı ve Selçuklu döneminde de devam etmiştir. 1960’lı yıllarda müzik ile tedavi uzmanlarının arttırılmasına ve kapsayıcı bir eğitim almalarına yönelik çalışmalar başlatılmıştır. Böylelikle müzik terapi sistematik olarak uygulanan bir disiplin haline gelerek günümüze kadar gelmiştir.


Müzik, merkezi sinir sistemi ve beyin kabuğunda yer alan düşünme, öğrenme, konuşma, beden kontrolü ile ilgili merkezleri uyarmaktadır ve bu alandaki gelişmeleri desteklemektedir. Müzik depresyon geçiren gençlerde beyni rahatlatıcı ve hormonel düzensizlikleri hafifletici rol oynayabilmektedir. Müziğin hormonlar üzerindeki etkisi, müziğin tarz ve şekline bağlı olarak stres hormonlarını artırabilir veya azaltabilmektedir.

Vücudumuzun motor işlevleri müzikal ritimlerle antrene olur. Örneğin, bir müzik parçası dinlerken yürümeye çalıştığınızda adımlarınızın hızı, o müzik parçasının ritmine uyumlu hale gelmektedir. Kaslarımız dışında da nefes alışımız, kalbimizin atışı dinlediğimiz müzikle değişebilmektedir. Diğer bir deyişle müzik, fizyolojik işlevlerimizi etkileme ve değiştirme potansiyeline sahiptir.

Günümüzde müzik terapinin kullanım alanı oldukça geniştir. Nöroloji, kardiyoloji, onkoloji, psikiyatri gibi klinik alanlarda tamamlayıcı bir yöntem olarak kullanılmaktadır. Nörolojik hastalıklarda hastalığın ilerlemesini takip etmek için bu yöntem kullanılabilmektedir. Kanser hastalarında dikkatin müziğe odaklanması, hastanın hastalığını düşünmeyeceği bir zaman dilimi oluşturacağından gevşeme ve anksiyetenin giderilmesinde önemlidir. Çocuklarda nöromotor gelişimin desteklenmesinde de bu etkilerden yararlanılabilmektedir. Ayrıca müzik terapi, alkol ve madde bağımlılığının tedavisinde de önemli bir yere sahiptir. Yapılan bilimsel araştırmalarda klasik türk müziği ile klasik batı müziğinin hastalıklar üzerinde iyileştirici bir etkiye sahip olduğu saptanmıştır.

Mora Nova modüllerinden olan, 5-Element Müzik modülü tanı ve tedaviye Geleneksel Çin Tıbbına göre müziğin eşlik etmesini mümkün kılmaktadır. Huzursuzluğu, üzgünlüğü gideren, kişinin dinginleşmesini, sakinleşmesini, tazelenmesini, canlanmasını, iyileşmesini, rahatlamasını sağlayabilecek melodileri içermektedir. Depresyon tedavilerinde ve iştahsız danışanlarda da  destek olarak kullanılabilecek seçenekleri de bulunmaktadır. Kendi başına terapi olmasının yanında, uygulanan farklı terapilere destek amaçlı da kullanılabilmektedir.  



19 Aralık 2018 Çarşamba

DEĞİŞİME AÇIK OL, YENİLEN, BU YIL SENİN YILIN OLSUN!


Değişim hayatın karşı konulamaz kuralıdır. Doğa, içinde barındırdığı milyonlarca tür canlıyla birlikte her an, durmaksızın değişmektedir. Doğadaki canlıların hepsi, varlıklarını değişebilme yeteneklerine borçludur. Değişime direnen canlılar elenmekte; uyum gösterenler soylarını devam ettirebilmektedir. Charles R. Darwin’ nin de dediği gibi ‘Ne en güçlü olan tür hayatta kalır, ne de en zeki olan… Değişime en çok adapte olabilendir, hayatta kalan.’

Toplumsal değişim de doğa kanunlarına benzerlik göstermektedir. Biz istesek de istemesek de içinde bulunduğumuz çevre, koşullar, ilişkilerimiz, konumumuz değişim halindedir. Hayat bizi bir şekilde sürekli değişmeye, yenilenmeye yönlendirir.


Dünya bir dinamizm içerisinde değişmektedir. Değişim insan için doğal bir olgudur ve belirli ihtiyaçların daha iyi karşılanması için ortaya çıkmaktadır. Başarı ve tatmin duygusu da aslında bu değişime ayak uydurmakla birlikte gelmektedir. Değişime direnen insanlar da değişen koşullar karşısında maalesef güçlü kalamamaktadır.

Hayatımızın her döneminde, o zamanın enerjisine uygun olarak hayatımızdan bazı şeyler eksilmektedir. Bu eksilen şeyler büyük olasılıkla, eskiden beri bizimle olan ama artık enerjisel olarak artık bizi desteklemeyen şeylerdir.

Değişmek, yenilenmek yaşamın ayrılmaz parçalarıdır. İnsan, yaşamın içinde akıp giderken değişim de onun peşinden gitmektedir. Hayatın, bizden bir şeyleri alıp götürdüğünü düşündüğümüzde; yerine hep yenilerini koyacağı unutulmamalıdır. Bir şeyler eksilmeden yerine yenileri gelmez. Bunlar tutunduğumuz ilişkilerimiz, işimiz, kalıplaşmış düşünce ve inançlarımız, davranışlarımız, yaşam tarzımız olabilir. Bu yüzden önemli olan gidenlere üzülmek değil, yeni geleceklere yer açmaktır.
Yenilenmek, değişime ayak uydurmak kişiye enerji verir. Bu ister yeni bir yere gitmek ister yeni bir şey öğrenmek ya da yeni bir ilişkiye girmek olsun, bütün yenilikler enerjimizi yükseltir. Yeni bir fikir, bakış açısı, yaklaşım veya yeni başlangıçlar zihnimizi açar. Bu sebeple yeniliklere açık olan ve hayatına yenilikleri sokan insanlar her yaşta genç kalırlar.
Her şey değişir. Alışkanlıklar, inançlar, bakış açıları, görüşler, problemler, beklentiler, umutlar, endişeler, öncelikler, teknoloji, sistemler, fırsatlar… İnsanlar da değişerek olgunlaşır.
Değişim; yeni çevrelere, yeni insanlara ve durumlara karşı esneklik kazandırır, kişisel, ekonomik ve sosyal açıdan geliştirir, daha rahat bir yaşam sürmeyi sağlar, hayatın akışını değiştirebilecek fırsatlar sunar, yeni şeyler keşfetmeyi sağlayarak yeni bakış açıları kazandırır. Hayata farklı açılardan baktıkça hedeflerimiz ve amaçlarımız büyür, ilerleme kaydederiz. Aynı zamanda bir şeyleri değiştirmeyi hedeflediğimizde hayatımız yavaş yavaş monotonluktan kurtulacaktır. Yaptığımız ufak değişiklikler, hayatımızda büyük değişimler olmasını sağlayacaktır. Değişime açık olduğunuzda doğal olarak hayata karşı gücünüz de artacak. Zorluklara kolayca göğüs gereceksiniz. 

Yeni bir yıl… 2019 için kendinize hedefler belirleyin, değişime hemen şimdi başlayın! Bağımlılıklarınızdan, bir türlü veremediğiniz inatçı kilolarınızdan kurtulun, stressiz ve daha sağlıklı bir yaşam için bir adım atın.  Mora terapi ile sigara alkol gibi bağımlılıklarınızdan, alerjilerinizden ve inatçı kilolarınızdan kolayca kurtulabilirsiniz. Aynı zamanda; Mora terapi detoks terapileri ile vücudunuzda birikmiş olan toksinlerden arınabilir, Mora Color ve Mora Bach Çiçekleri terapileri ile daha iyi hissedebilir, yeni yıla daha motive başlayabilirsiniz. 


12 Aralık 2018 Çarşamba

BESİN ALERJİSİ VE BESİN İNTOLERANSI


Besin alerjisi ve besin intoleransları toplumumuzda kavramsal açıdan birbirleriyle çok sık karıştırılmaktadır. Herhangi bir besinin tüketiminden sonra sindirim sisteminde meydana gelen şikayetlerin genellikle besin alerjisi nedenli olduğu düşünülmektedir. Oysa bu klinik bulguların birçoğu alerjik reaksiyonlardan ziyade besinlere bağlı intolerans sonucu ortaya çıkmaktadır.

Besin alerjisi ya da intoleransı sonucu gelişen klinik bulgular benzerlik gösterdiği için bu karışıklığın yaşanması normaldir. Ancak her iki durumun gelişim mekanizmaları farklıdır. Bu yüzden doğru tedavi için doğru tanının konulması çok önemlidir.


Besin alerjisi bağışıklık sistemimizin besin proteinlerine karşı verdiği anormal yanıt sonucu meydana gelmektedir. Besinlere karşı oluşan bağışıklık sistemi elemanları, besin alerjisinin gelişmesinde rol oynamaktadır. Besin alerjisinde klinik bulgular besin alımından çok kısa süre sonra ortaya çıkmaktadır. Ciltte kızarıklık, kaşıntı ve ödem plakları (ürtiker), dudaklarda ve göz çevresinde şişlik, karın ağrısı, kusma, nefes darlığı, öksürük, boğazda tıkanıklık hissi, dilde şişme, göğüs ağrısı, çarpıntı ve tansiyon düşüklüğü besin alerjisine bağlı bulgulardır. Tüm vücudu etkileyen anaflaksi ise en ağır besin alerjisi reaksiyonudur. En sık karşılaşılan alerjik besinlere buğday, soya ürünleri, yumurta, süt, çilek, badem ve ceviz örnek olarak verilebilmektedir.

Besin intoleransı, tüketilen bir gıdanın içinde yer alan bir maddeye karşı sindirim sisteminin verdiği tepki olarak tanımlanabilmektedir. Besin intoleransının gelişiminde vücudun bağışıklık sisteminin rolü yoktur. Besin alerji ile aralarındaki en önemli farkı da budur. Besin intoleransının nedeni, enzim eksikliği ya da gıdanın içindeki maddenin vücut tarafından sindirilememesidir. Besindeki bir madde kişinin sindirim sistemi tarafından doğru bir biçimde sindirilemez veya parçalanamaz ise bu durum sindirim sistemini tahriş edebilir ve hasarlara yol açabilir. Örneğin laktoz intoleransı, sütte yer alan laktoz karbonhidratının sindirilmesini sağlayan laktaz enzimi eksikliği sonucu oluşur. 

Vücudun besinlere karşı gösterdiği reaksiyonlarının büyük çoğunluğunu besin intoleransları oluşturmaktadır.  Belirtilerine bulantı, kusma, karın ağrısı, mide de şişkinlik hissi, gaz, karında kramp tarzı ağrılar, yemek borusunda yanma hissi, ishal, baş ağrısı, huzursuzluk ve sinirlilik hali örnek olarak verilebilmektedir. Bu belirtiler besin alerjileri gibi çok kısa sürede açığa çıkmak zorunda değildir. Aynı zamanda besin intoleransında açığa çıkan belirtiler alerjilerdekiler kadar ölümcül değildir. Ancak besin intolenaslarının mutlaka kontrol altında tutulması gerekmektedir.

Besin intoleransı tanısında öncelikle sorumlu besinlerin belirlenmesi gerekmektedir. Sorumlu besinin bulunması sürecinde hastadan geriye dönük besin günlüğü tutması önemlidir. Eliminasyon diyetleri de tanı konusunda yardımcıdır. Sorumlu olabilecek besinler açısından alerjik reaksiyon olasılığı olanlar öncelikle beslenme planından çıkarılmalıdır. Eliminasyon diyetinde problemli besinlerin saptanması için kuşku duyulan besinler tümüyle diyetten çıkarılır ve daha sonra bu besinler teker teker tekrar diyete eklenir. Belirtiler incelenerek hangi besinlerin gıda intoleransına neden olduğu anlaşılabilmektedir.

Mora Terapi yöntemi ile madde frekanslarının vücuda verilerek kişinin ellerindeki birkaç nokta üzerindeki cilt direncinde oluşan ufak oynamalar izlenerek besinlerin test edilmesi mümkündür. Alerjenler ya da gıdaların frekansı vücuda verildiğinde cildin üzerindeki elektriksel aktivite değişir ve bu değişim maddenin vücut için toksik, alerjik veya intolerans olduğu bilgisini vermektedir.

Test cihazda kayıtlı olan gıda intoleransları, ağır metaller, tarım ilaçları, çevresel toksinler ya da gıda katkı maddeleri üzerinden yapılabilmektedir. Aynı zamanda kişinin rahatsızlık duyduğunu düşündüğü maddeler üzerinden de test yapmak mümkündür. Sonrasında çıkan sonuçlar doğrultusunda uygun terapiler seçilerek ilerlenir. Öncelikle genel frekans temizliği ve genel vücut detoksu ile vücut birikmiş tüm kötü etkenlerden arındırılır. Sonrasında verilecek olan eliminasyon diyetleri ile kişinin verdiği reaksiyonlar en aza indirilebilir hatta yok edilebilmektedir. 


5 Aralık 2018 Çarşamba

KORKULARINDAN ARINMIŞ, ÖZGÜR BİR SEN


Sağlık anlayışı hastalıkları tedavi etmek yerine, hastalıklara neden olan sorunu ortadan kaldırmaya yönelik olan bütünsel tıp son zamanlarda Türkiye’de de sıkça tercih edilen yöntemlerin arasına yer almaktadır. Klasik tıpta, hastalık süreçlerinin tedaviyle kontrol altına alındığı bir süreç izlenirken bütünsel tıpta “tedavi” değil, “iyileşme” esas alınmaktadır. İyileşme ise bir bütün olarak kişini ruh, beden ve zihin sağlığına yönelmektedir. Bütünsel tıp bir bütün olarak kişinin sağlık dengesinin kurulmasıyla gerçekleştirilmektedir. Bütünsel tıp, insanların birbiriyle ve çevreleriyle olan ilişkilerinin, yaşayış tarzlarının, ruhsal durumlarının genel sağlıkları üzerindeki belirleyiciliğine vurgu yapmaktadır.   



Kişinin bütünsel olarak sağlıklı olabilmesi için, kendisini her alanda özgür hissedebiliyor olması elzemdir. Kişilerin zihinlerini sürekli meşgul eden korkularından, bedenen ve duygusal açıdan bağlandıkları sigara, alkol gibi zararlı maddelerden arınabilmesi, sağlıklı bir yaşam tarzı ve beslenme düzeni benimsemeleri özgürce yaşayabilmeleri için çok önemlidir. Duygu, beden ve zihin dengesi ancak bu şekilde mümkün olacaktır.

Kişilerin kendi bütünselliğinde çok geniş alanlara yayılan korkular aslında zihne yerleşmiş otomatik programların sonucudur. Genel geçer anlamda korkuyu bir belirsizlik karşısında tehdit algısıyla tetiklenen, rahatsız edici ve olumsuz bir his olarak tanımlayabiliriz. Günlük yaşamda sık yaşanan korkulara; yükseklik korkusu, hayvan korkusu, kapalı alan korkusu ve karanlık korkusunu örnek olarak verebiliriz. Korkuların ardında kimi zaman yaşanmış kötü tecrübeler yer alırken, tecrübe edilmemiş, çevresel etkenlerden öğrenilmiş korkular da korku yaşayan kişini hayatını etkileyebilmektedir. Unutulmamalıdır ki tüm insanlığın ortak bir korkusu yoktur ve korkular sonradan kazanılmıştır.

Kişi kendisi için tehlikeli gördüğü durumu hayatına kronik olarak yaymaktadır. Bu genelleme kişinin tüm hayatına etki eder, kişi kendisine yabancılaşabilir, hatta depresif bir noktaya doğru ilerleyebilir.

İnsanlar, korkularını cesur adımlar atarak ve pozitif düşünerek hayatlarından uzaklaştırabilirler. Korkuları yenme konusunda da Mora Bach Çiçekleri terapileri en büyük destekçiniz olacaktır. Bach Çiçekleri Terapisi, otomatik korkuların vücudun çevresine yaymış olduğu bozuk elektromanyetik sinyalleri filtreleyerek vücudun elektromanyetik titreşimlerini dengelemektedir. Korkuya maruz kalan bireylerde bozulan elektromanyetik sinyallerin vücuttan atılmasıyla kişide rahatlama, sakinlik ve mutluluk hali gözlemlenmektedir. Bach Çiçekleri Terapi ile ruhsal durum dengelendiğinden oluşan pozitif düşünce, bedensel rahatsızlıklarda da iyileşme görülmesini sağlar, kişinin motivasyonunu artırır. Pozitif düşüncelere sahip bireyler duygu, beden ve zihin bütünlüğünde sağlıklı bir yaşam sürerler.

27 Kasım 2018 Salı

BÜTÜNSEL SAĞLIK VE DENGELİ YAŞAM


Bütünsel sağlık ve dengeli yaşam kavramlarını birbirinden ayrı değerlendirmek imkansızdır. Çünkü bütünsel olarak sağlıklı olabilmek; kişinin bedensel, zihinsel ve ruhsal bileşenlerinin eş zamanlı olarak dengeli ve uyumlu olabilmesi ile mümkündür.



Bütünsel Sağlık kavramı insan yaşamını etkileyen tüm faktörleri içinde barındırmaktadır. Bütünsel olarak sağlıklı olmaktan ancak hem fiziksel hem zihinsel hem de ruhsal açılardan eş zamanlı olarak dengeli, enerjik, dingin, mutlu, zinde, barışık ve huzurlu hissedildiğinde bahsedilebilmektedir.

Fiziksel bedene özen gösterip, sağlıklı bir beslenme biçimi ve ideal bir rutinde fiziksel aktivitede bulunmak tüm bedenlerimizde denge yaratabilmek adına güzel bir adımdır ancak yeterli değildir. Beraberinde madde ve enerjiden oluşan fiziksel beden sağlığımızı dengeleyici bir yaşam tarzını benimsemek de gerekmektedir. Fiziksel beden sağlıklıyken aynı zamanda zihinsel kargaşa, psikolojik çöküntüler ya da ruhsal problemler ile de baş edebiliyor olmak dengeli yaşam ve beraberinde getireceği bütünsel sağlık açısından son derece önemlidir.

Stres, huzursuzluk, mutsuzluk, karamsarlık, güven ve özgüven sorunu, nefret, öfke ve korku gibi çoğaltabileceğimiz olumsuz duygu durumları vücudu hastalıklara karşı savunmasız hale getirmektedir. "Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur" sözü sağlığın bütünlük yapısını net bir şekilde ortaya koymaktadır. Bu ruh hali zihin ve beden sağlığını da etkilemektedir.

Kişinin duygu, beden ve zihin dinamikleri birbirleriyle iç içe geçmiş olarak varlıklarını sürdürmektedir. Aynı zamanda bilgi ve enerji alışverişi içindedirler. Fiziksel sağlığımız için olumlu bir şey yaptığımızda, örneğin sağlıklı beslenmeye başladığımızda veya her gün doğa içinde düzenli olarak hareket etmeye başladığımızda bu durum kişiyi zihinsel ve ruhsal açıdan da olumlu olarak etkilemeye başlayacaktır. Bunun tersi de aynı şekilde geçerlidir. Yani sürekli sindirim sisteminizin hazmedemeyeceği kadar yemek yiyor, zihinsel faaliyetlerinize hiç ara vermiyor ve zihninizi dinlendirmiyor veya bütün günü zihninizi çalıştıracak hiçbir şey yapmadan, yeni bir şeyler öğrenmeden, sadece televizyon izleyerek geçiriyorsanız bu yaşam tarzı bütünsel olarak olumsuz etkilenmenize sebep olacaktır.

Mora Bach Çiçekleri Terapisi, ruh halini dengeleyerek olumsuz düşüncelerin yol açtığı organik rahatsızlıkların iyileşmesini desteklemektedir. Ünlü tıp doktoru İngiliz Dr. Edward Bach’in çiçeklerin iyileştirici özellikleri üzerine yaptığı araştırmaların gelişmesi üzerine ortaya çıkan Bach Çiçekleri Terapisi tüm dünyada duygu durum bozuklukları için kullanılan homeopatik bir kürdür. Tıpkı Dünya Sağlı Örgütü’nün tanımı gibi sağlığı bir bütün olarak ele alan Mora Terapi Bach Çiçekleri Terapisi; korku, stres, belirsizlik, ilgi eksikliği, yalnızlık, dış etkilere ve fikirlere hassaslık, mutsuzluk, çaresizlik, öfke ve nefret gibi duygu ve düşünceleri zihinden uzaklaştırmak için kullanılmaktadır.

Bütünsel sağlık ve dengeli yaşam sadece fiziksel olarak dinginlik ve sağlıklı olma durumu ile oluşmaz aynı zamanda zihnin ve duyguların da dingin olabilmesini sağlamak elzemdir. Mora Terapi Bach Çiçekleri Terapisi de olumsuz duygu ve düşüncelere maruz kalarak bozulan vücut sinyallerini vücuttan uzaklaştırarak, duygu durumunda gözlemlenebilen sakinlik ve mutluluk halini destekleyerek kişinin dengeli bir yaşama sahip olabilmesini amaçlamaktadır. Aynı zamanda Mora Terapi yöntemi ile uygulanan tüm seanslarda vücudun çevresine yaymış olduğu bozuk elektromanyetik sinyaller filtrelenerek vücudun elektromanyetik titreşimleri dengelemektedir. Mora terapi yöntemi ile gerçekleştirilen tüm seanslarda sağlıklı beslenme davranışının oluşumu desteklenmekte ve aynı zamanda düzenli fiziksel aktivite ve su tüketimine özellikle dikkat çekilmektedir.


21 Kasım 2018 Çarşamba

MORA TERAPİ İLE HER SEANS BİR DETOKS


Mora Terapi, maddenin çevresinde oluşan elektromanyetik alandaki frekansların tedavi amacıyla kullanıldığı bir bütünsel tıp yöntemidir. Mora terapi genel olarak, vücuttaki elektriksel aktiviteyi olumsuz etkileyebilecek, toksik bileşiklerin, problemli bilgi frekanslarının biorezonans yöntemi ile vücuttan silinmesini ve zararlı bileşiklerin vücuttan atılmasını sağlamaktadır. Yurt dışında birçok hastalığın tedavisinde bütünsel tıp yöntemi olarak kullanılan Mora Terapi, ülkemizde ağırlıklı olarak sigara bağımlılığı, karbonhidrat bağımlılığı, ağrı tedavileri, alerjiler, duygu durum bozuklukları ve bunların dışında birçok kronik ve otoimmün hastalıkların tedavisinde uygulanmaktadır.



Vücudumuz elektromanyetik frekanslara sahip bir sistemdir. Vücudumuzun her organının belirli bir frekansı vardır ve bu frekanslar, dışarıdan gelen negatif etkilere maruz kaldığında hastalıklar ortaya çıkabilmektedir. 

Mora terapi cihazları, içerisindeki özel filtreler sayesinde tespit ettiği hastalıklı dokulara, yaydıkları olumsuz frekansların ayna görüntülerini yollayarak bu hastalığa sebep olan frekansları vücuttan silerek iyileşmeyi amaçlamaktadır. Aynı zamanda yine özel fitreler sayesinde vücuttan aldığı sağlıklı frekansları da güçlendirerek vücuda geri yollayarak genel sağlık durumunu desteklemektedir. Mora terapinin kullandığı bu yönteme ise biorezonans denmektedir.

Modern yaşam ve gelişen teknoloji pek çok konuda yaşamımızı kolaylaştırırken aynı zamanda farkında olmadan bedenimize aşırı yük bindirmektedir. En başta kirli hava, işlenmiş gıdalar ve normal değerlere uymayan su hayatımızın kalitesini git gide düşürmektedir. Böyle bir tempoda herkes belirli aralıklarla vücudunu dinlendirmeye ve vücudunu temizlemeye ihtiyaç duymaktadır.

Hastalıkların meydana gelmesi, bazen bardağı taşıran son damla olmalarından kaynaklanıyor olabilmektedir. Vücudumuzu bir bardak olarak düşündüğümüzde, vücut sürekli olumsuzluklara maruz kalarak dolabilmektedir, artık tolere edemediği bir problemle karşılaştığında ise bu sorun semptom veya rahatsızlık olarak baş gösterebilmektedir. Bütünsel tıp anlayışına göre önemli olan vücudun olumsuzluklarla ağzına kadar dolmasını önlemektir. Biorezonans terapileri ile bahsettiğimiz genel frekans temizliği yani genel bir detoks yapılması, vücudu bütünsel olarak sağlıklı haline kavuşturabilmek için tercih edilebilmektedir.  

Vücudun zararlı maddelerden temizlenmesi anlamına gelen detoks, bedenimizi hastalıklardan korumak, ruhsal, bedensel ve zihinsel olarak dengede tutmak için başvurulan yöntemlerinden biridir. Vücutta birikerek hastalıklara ve yaşlanmaya sebep olan zararlı atıkların vücuttan uzaklaştırılma işlemi olan detoks, sağlıklı bir yaşama kapı aralar. Detokstan sonra kan temizlenir, organ, doku ve hücreler beslenir, cilt daha parlak ve sağlıklı gözükür. Temizlenen vücutta kişi kendi daha enerjik hisseder.

Temel amacı vücuttaki normal olmayan işleyişi normal ve sağlıklı haline getirmek olan Mora Terapi de tıpkı detoks gibi vücuttaki zararlı maddeleri ve olumsuz frekansları temizlemektedir. Sindirim sistemi ve bağırsak florası temizliğinde de önemli başarılara sahip Mora Terapi, toksik maddelerin elektromanyetik frekanslar yardımıyla vücudumuzdan atılmasını sağlamaktadır. Kısacası Mora Terapi ile her seans, bir detoks!

14 Kasım 2018 Çarşamba

SAVUNMA SİSTEMİMİZ; BAĞIŞIKLIK SİSTEMİ


Bağışıklık sistemi diğer adıyla immün sistem, vücudun virüsler veya zararlı bakterilerin sebep olduğu enfeksiyonlarla mücadelesine yardımcı olan, canlıyı hastalıklara karşı koruyan, patojenleri ve tümör hücrelerini tanıyıp onları yok eden doğal savunma sistemidir. Bağışıklık sistemi yetersiz olduğunda, sağlıklı dokular ve enfekte olmuş dokular arasında ayrım yapamaz ve dolayısıyla işlevini yerine getiremez. Bunun için bağışıklık sistemini güçlendirmek önemlidir.



Bağışıklık Sistemini Güçlendirmenin Yolları Nelerdir?

Bağışıklık sisteminin gelişmesi için bebeklik döneminden itibaren yaşamın her döneminde dikkat edilmesi gereken önemli noktalar vardır.  Ancak hava kirliliği, dengesiz ve kötü beslenme, yoğun stres, mevsim değişiklikleri, sigara – alkol gibi bağımlılıklar, kimyasallar, genel hijyen kurallarının yerine getirilmemesi, aşırı kilo, bilinçsiz ilaç kullanımı, kalitesiz uyku gibi sebepler bağışıklık sistemini zayıflatabilmektedir.

Güçlü bir bağışıklık sistemi için doğru çalışan bağırsaklar ve sağlıklı bağırsak florasının önemi tartışılmazdır. Sürekli tüketilen sağlıksız yağlar bağışıklık sistemi için risklidir. Örneğin kızarmış yiyecekler örnek olarak verilebilir, çünkü bu yiyeceklerde bulunan yağlar besin değeri bakımından fakirdir ve kilo almaya neden olur. Bununla birlikte kolesterol seviyesinin yükselmesine ve dolayısıyla bağışıklık sisteminin zayıflamasına yol açar. Bilimsel çalışmalar gösteriyor ki, yağlı yiyecekler vücudun bakterilerle savaşmasını engellemektedir. Aynı zamanda gereğinden fazla şeker tüketmek de immun sistemi zayıflatabilmektedir.

Yaşam tarzı ve gelişmiş bağışıklık işlevi arasında bilimsel olarak kanıtlanmış doğrudan bağlantılar mevcut değildir. Çünkü bağışıklık sistemi sanılandan daha komplike bir sistemdir. Ancak bu durum, yaşam tarzının bağışıklık sistemi üzerindeki etkilerinin olmadığı anlamına gelmemektedir. Bilim insanları tarafından, insanlarda diyet, egzersiz, yaş ve stresin bağışıklık sistemi üzerindeki etkileri araştırılmaktadır.

Bağışıklık sistemi üzerine etkileri kanıtlanmış bazı yaşam tarzı değişikliklerine; bağımlılıklardan kurtulmak, ideal kiloyu korumak, düzenli egzersiz yapmak, düzenli uyku uyumak, stresten olabildiğince uzak yaşamak, sebze- meyve, protein ve sağlıklı yağlardan zengin dengeli bir beslenme davranışı edinmek gibi örnekler verebilmek mümkündür.

Beslenme açısından değerlendirildiğinde, bağışıklık sistemi için bağırsak sağlığını olumsuz etkileyecek ve sonucunda kilo olarak size geri dönebilecek davranışlardan kaçınmak önemlidir. Doğal olmayan şeker tüketimi mümkün olduğunca sınırlandırılmalıdır.

Antioksidan alımı son derece önemlidir. Antioksidanlar hücreye zarar veren maddeleri, serbest radikalleri yakalayarak ve yok edilmesini sağlarlar. Soğan, sarımsak, ıspanak, dereotu, maydanoz, turunçgiller, domates, zencefil, brokoli antioksidan açısından zengin besinlere örnek olarak verilebilir. Taze ve mevsiminde sebze meyve tüketmek bağışıklık sistemi açısından da son derece önemlidir. Aynı zamanda farklı renklerde özellikle koyu renkli sebze ve meyveler tüketerek bağışıklık sisteminizi güçlendirebilirsiniz.

Günümüzde oldukça yaygın olan yanlış ve bilinçsiz ilaç kullanımı bağırsak sağlığını olumsuz etkileyeceğinden özellikle de yanlış antibiyotik kullanımı nedeniyle bakterilere karşı direnç geliştirebileceğinizden bağışıklık sistemini riske atmaktadır. Doktorunuza danışmadan kesinlikle ilaç kullanmayınız.

Düzenli uyku ve egzersiz de bu aşamada bağışıklık sisteminiz için son derece önemlidir. Vücut yorgun olduğunda bağışıklık sisteminin de zayıfladığı unutulmamalıdır. Hastalıklardan korunmada egzersizin çok büyük bir önemi vardır. Düzenli egzersiz bağışıklık sistemini kuvvetlendirerek, virüslerle ve bakterilerle savaşmayı desteklemektedir.

Mora Terapi kilo seanslarında bağırsak sağlığı her zaman ön planda tutulur ve iyileştirilmeye her zaman bağırsaklardan başlanmaktadır. Sağlıklı bağırsaklar güçlü bağışıklık sistemini de beraberinde getirmektedir. Aynı zamanda bağımlılık terapileri ile sigara alkol gibi bağışıklık sisteminizi olumsuz etkileyen bağımlılıklarınızdan kurtularak bağışıklık sisteminizi güçlendirebilirsiniz. Mora terapi ile yapılan tüm seanslarımızda genel frekans temizliği yapıldığından bağışıklık sistemini olumsuz etkileyebilecek olumsuzluklar ortadan kaldırılarak kişinin bütünsel olarak sağlıklı olabilmesi sağlanmaktadır.

1 Kasım 2018 Perşembe

SİGARADAN KURTULMAK İÇİN NEDEN MORA TERAPİ


Sigara bağımlılık yapıcı bir madde olması ve erişiminin kolay olması nedeniyle tüm dünyada önlenebilir ölüm nedenleri arasında ilk sırada yer almaktadır. İnsan sağlığı başta olmak üzere, sosyal ve ekonomik olarak da baş etmesi zor bir bağımlılıktır.

Sigara içinde en tehlikelileri arsenik (fare zehri), karbon monoksit (ekzos gazı), benzin, kadmiyum (akü metali), hidrojen siyanid (gaz odaları zehri), toluen (tiner), amonyak, nikotin, naftalin (güve kovucu) ve propilen glikol olmak üzere 4000’in üzerinde kanserojen, toksik ve bağımlılık yapıcı madde bulunmaktadır.


Sigaranın vücutta, damarların zamanla daralmasına ve tüm dokulara gelen kan ve oksijen miktarının azalmasına sebep olur. Sigaranın içindeki yabancı maddeler dokularda irritasyon ve hasar oluşturur. Aynı zamanda cildin yeteri kadar beslenmesini engelleyerek erken yaşlanmanıza sebep olur. Bulunduğunuz ortamlarda kötü ve ağır koku olması, dişlerde kirli ve pis görünüm ve dişeti hastalıkları, ağız ve yutakta tat alma eksikliği, ağız, yutak, gırtlak, nefes borusu, akciğer, mide , yemek borusu, pankreas, rahim, mesane kanseri riskinde artma, kalp ve damarların görmüş olduğu zarar ve tahribattan dolayı kalp krizi, tansiyon yükselmesi, beyinde felç, ileri yaşta bunama (Alzheimer), gözlerde katarakt ve ileri yaşta körlük, koku almada azalma, kronik bronşit ve amfizem gibi tıkayıcı akciğer hastalıkları, mide ve yemek borusunda kanama, ülser, iktidarsızlık, döllenme yetersizliği, ellerde, parmaklarda sararma, tırnaklarda zayıflama, kemik erimesi gibi birçok sağlık sorununa sebep olabilmektedir. Ayrıca yorgunluk, uykusuzluk, ruhsal gerilim, stres, performans düşüklüğü, reflekslerde azalma da oluşturmaktadır.

Sigara kullanımı ve bağımlılığının tedavisi konusunda ABD Sağlık Bakanlığı tarafından 2008 yılı klinik uygulama kılavuzunda, nikotin içeren ilaçlar (nikotin sakızı, nikotin bandı, nikotin inhaler, nikotin pastili), Bupropiyon ve Varanikline, Nortrpitilin ve Clonidin sigara bırakmada etkisi kanıtlanmış ilaçlar olarak yer almıştır.


Mora Terapinin Sigara Bırakmada Etkisi


Son 10 yıldır ülkemizde Mora Terapi ile sigara bırakma tedavisi uygulanmaya başlanmıştır. Mora-Biorezonans yöntemi ilk kez 1970’li yıllarda Alman doktor Franz Morell tarafından kullanılmaya başlanmış olan ve vücuda maddelere özgü zayıf elektromanyetik frekanslar yoluyla müdahaleyi amaçlayan ve bu amaçla üretilmiş tıbbi cihazlar yardımıyla yapılan bir bütünsel tıp yöntemidir. Bu tedavinin birçok farklı endikasyonlarda kullanılabileceği gösterilmiş olsa da; son yıllarda, özellikle bağımlılıklar konusundaki kullanımı yaygınlaşmıştır.

Mora Terapi, içtiğiniz sigaradan alınan elektromanyetik titreşimlerin biorezonans yöntemiyle vücuttan silinmesi işlemidir. Biorezonans birbirinin ayna görüntüsü-tersi olan iki titreşimin birbirini yok edeceği bilgisinden yola çıkılarak geliştirilmiştir. Bu tedavi bağımlılıklarda kullanıldığında fiziksel bağımlılık üzerinde etkili olmakta ve bağımlılık yapan maddeye ihtiyaç belirgin olarak azalmaktadır. Mora-Terapi seansının sonucu, sigara içme isteğinizin terapinin hemen sonrasında hissedeceğiniz şekilde ve kalıcı olarak azalmasıdır. Tedavi sonrası sigara eskisi gibi zevk vermez hale gelecektir.

Yapılan işlem bir yandan da tütünün içinde bulunan ve vücudunuzda birikmiş olan zehirli maddelerin vücudunuzdan hızla atılmasını sağlamaktadır. Vücuttan atılma işlemi sırasında hastanın üzerine düşen, terapi öncesi ve sonrasında bol bol su içmek, her gün sıcak duş almak ve haftada 1 gün hamam, sauna vs gibi yöntemler yardımıyla detoksifikasyonu hızlandırmaktır.

Mora terapiyi diğer sigara bırakma yöntemlerinden ayıran en büyük farklar, terapi sırasında sadece sigara frekansları silinmekle kalmaz aynı zamanda, vücutta birikmiş olan toksinler vücuttan uzaklaştırılmış olur. Bunun yanında vücudun sağlıklı frekansları cihaz tarafından filtrelenerek yükseltilir, sağlıksız frekanslar ise ters çevrildikten sonra vücuda geri verilir. Bu şekilde vücudun genel sağlık durumu da dengelenmiş olur. Her seansta yapılan renk terapileri sayesinde de sigarayı bırakma evresinde meydana gelebilecek duygu durumdaki dalgalanmaların kontrol altına alınabilmesi sağlanır.




24 Ekim 2018 Çarşamba

DÜŞMANIMIZ KRONİK STRES


Gün içerisinde işte, evde, okulda yaşadığımız olaylar, sınavlar, yetişmesi gereken projeler, geçim sıkıntısı, eve giderken maruz kaldığımız trafik hatta akşam evde izlediğimiz haberler bile vücutta stres yaratmaktadır. Peki nedir bu stres? Vücutta nelere sebep olabilir? Neden tehlikelidir?


Stres vücutta ve zihinde, içsel ya da dışsal bir uyarana karşı verilen tepkilerin genel adıdır. Stres kavramı; tamamen negatif olarak da algılanmaması gereken bir kavramdır. Canlının yaşamı için gerçekten tehdit oluşturan durumlarda, stres sayesinde aksiyon ve tedbir alınabilir. Ancak aynı şeyi uzun vade için belirtmek mümkün değildir. Kronikleşen stres durumu vücutta birçok dengesizliklere ve önlem alınmazsa problemlere yol açabilmektedir.


Vücut stresli durumlarda belirli hormonlar salgılar. Bunların başında da kortizol gelir. Kritik anlarda kana karışan kortizol sadece kişinin kendisini koruyabilmesi veya kaçabilmesi için gerekli enerjiyi sağlayabilmek adına kan şekerini artırır ve üreme sistemimizden bağışıklık sistemimize kadar diğer bütün sistemleri bir süreliğine baskılar. Kortizol salınımı tehlike geçince normale dönmektedir. Hayatımızı kurtaran bu hormon, stres kronik hale geldikten sonra olumsuz etkilerini göstermeye başlar.

Stres kronikleştiğinde vücut hep alarm durumunda kalmaktadır. Kandaki kortizol değerleri sürekli yüksek seyretmektedir. Sonuç olarak anksiyete, bağışıklık sisteminin etkin bir şekilde çalışamaması, yüksek tansiyon, sindirim problemleri, kısırlık, obezite, kalp krizi, uyku, hafıza ve konsantrasyon sorunları meydana gelebilmektedir.

Yapılan araştırmalar stres hormonlarının bel çevresinde daha çok yağ depolanmasına sebep olduğunu göstermektedir. Aynı zamanda aşırı kilo ve riskli yağlanmaya bağlı olarak kalp krizi gelişme olasılığını da artırmaktadır. Stres hormonları kalp atışlarını hızlandırarak, damarların daralmasına sebep olarak tansiyonun yükseltmektedir. Stres kronikleştiğinde kalbe binen yük artar ve kalp- damar hastalıklarının oluşmasına zemin hazırlanmış olur.

Sürekli hale gelen stres durumu sindirim sistemi üzerinde de olumsuz etki yaratmaktadır. Mide ülseri, reflü, hazımsızlık, kabızlık, ishal, spastik kolon, şişkinlik, gaz şikâyetleri bunlardan bazılarıdır.

Stres hormonlarının kanda sürekli yüksek seyretmesi sonucu bağışıklık sistemi aktiviteleri de bozulmaktadır. Bunun sonucunda vücut enflamasyona elverişli hale gelmektedir. Bu da stresli kişilerin daha kolay hastalanarak, daha zor iyileşmelerine sebep olmaktadır. Bağışıklık sisteminin düzgün çalışmaması nezleden kansere kadar tüm hastalıkların oluşmasını etkilemektedir. Bununla birlikte yapılan çalışmalar kanser hastalarında oluşan kronik stresin, metastaz olasılığını ve yayılma hızını arttığını göstermektedir.

Yapılan çalışmalar gösteriyor ki stres hormonları yüksek olan kişiler, hamile kalmakta zorlanmaktadır. Aynı zamanda herhangi bir fiziksel problem olmamasına rağmen, çiftin aşırı çocuk istemesi de stres yaratabilir ve bu nedenle hamilelik gerçekleşmeyebilir. Bununla birlikte adet düzensizlikleri ve adetten erken kesilme de stresli kişilerde sıkça karşılaşılmaktadır.

Kandaki kortizol seviyelerinin kemik yoğunluğunu da azalttığı, bu sebeple kemik erimesine sebebiyet verebileceğini gösteren çalışmalar da mevcuttur. Kronik stresin, beyin üzerine etkilerinden bahsedersek, hafızaya zarar verdiğini gösteren araştırmalar bulunmaktadır. Hafıza problemleri sonrasında demans, alzehimer ve konsantrasyon bozuklukları gibi ciddi problemlere sebebiyet verebilmektedir.

Stresli durumda baş ağrıları sıkça görülmektedir. Migren ve gerilim tipi baş ağrılarının çoğunluk nedeni strestir. Aynı zamanda depresyon, kaygı bozuklukları, panik bozukluk gibi hastalıklar, gergin kişilerde daha sık görülmektedir.

Peki günlük hayatımızdan stresi çıkaramıyorsak, nasıl baş edebiliriz? Kendinize iyi gelen, sizi günlük hayatın stresinden uzaklaştırabilecek uğraşlar bulmak en önemli yöntemlerdendir. Özellikle düzenli egzersizin stres hormonlarını azalttığı bilinmektedir.

Uyku düzeninize de dikkat etmelisiniz. Düzenli ve yeterli uyku, kortizol seviyelerinizi dengede tutmanıza yardımcı olacaktır.

Sağlıklı beslenme de stresle savaşta en önemli etkenlerden biridir. Karbonhidrat ve basit şekerlerden zengin diyetler kan şekerinizde ani oynamalara sebep olacağından kronik stres için kesinlikle doğru bir tercih olmayacaktır. Bunların yerine protein, sağlıklı yağlar, sebzeler sizi hem tok tutacak hem de kan şekerinizi dengeleyecektir. Aynı zamanda C vitamini tüketimi de stresi kontrol altına almanıza yardımcı olabilmektedir. Araştırmalar gösteriyor ki, C vitamini stres ve stres kaynaklı kalp krizi, yüksek tansiyon gibi sağlık problemlerine karşı koruyucu etki göstermektedir. C vitamini vücutta stresle savaşırken aynı zamanda bağışıklık sisteminizi de güçlendirecektir. Aynı zamanda omg-3 ‘ün de vücutta stresle savaştığını gösteren araştırmalar bulunmaktadır.

Kronik stresin birçok sindirim sistemi rahatsızlığına sebep olabileceği ve bağışıklık sistemini olumsuz etkileyeceğinden bahsettik. Buna karşı bağırsak floramızı desteklemek en önemli önlemlerden biri olacaktır. Probiyotik bakteriler bağışıklık sisteminizi destekleyerek artan kortizol seviyelerinizi aşağı çekmenize yardımcı olacaktır.

Mora Terapi yöntemi ile yapılan stres terapilerinde daha çok renk terapileri ve kişiye özgü Bach çiçeklerinden oluşturulmuş terapiler kullanılmaktadır. Kronik stres vücutta önemli sorunlara neden olabiliyor, bütünsel sağlığımız açısından stresle başa çıkma tedavi ve yöntemlerini mutlaka dikkate almalıyız. 



17 Ekim 2018 Çarşamba

OBEZİTE VE DEPRESYON DÖNGÜSÜ


Depresyon da obezite de dünya çapında sıklıkla karşılaşılan ve her geçen gün yaygınlaşan sağlık problemlerindendir. Son yıllarda yapılan çalışmalarda, depresyonun obezite ya da obezitenin depresyon riskini artırdığı gibi farklı sonuçlar bildirilmesine karşın, çoğunlukla depresyon ve obezite arasında karşılıklı bir etkileşim olduğu gösterilmiştir.



Obezite; tip 2 diyabet, hiperkolesterolemi, osteoartrit gibi kronikleşebilen hastalıklara zemin hazırlar; hayat kalitesini düşürür, ayrıca ciddi sağlık problemlerine sebep olabileceğinden ölüm oranını arttırmaktadır. Yapılan son çalışmalarda; obezite ile birlikte major depresyon, bipolar bozukluk, panik bozukluk gibi psikiyatrik hastalıkların da yaygınlaştığı gözlemlenmektedir. Bununla birlikte depresyonun da obeziteye sebep olabileceğine dair araştırmalar bulunmaktadır.

Bu konuda yapılmış bir araştırmanın sonuçlarına göre; aşırı obez bireylerde depresyon görülme riski artarak; depresyon daha ağır geçirilmektedir. Yetişkinlerde önce obezite arkasından depresyon gelişirken, çocuklarda ise önce depresyon ardından obezite geliştiği bildirilmektedir. Özellikle obez kadınlarda depresyon görülme sıklığında obez erkeklere oranla ciddi bir artış gözlemlenmektedir.

Obezite ve depresyon arasındaki ilişkinin tek bir nedeni olmadığı, çok faktörlü bir yapıya sahip olduğu düşünülmektedir. Obez bireylerde en sık görülen sorunlar, kendine güvende azalma, çekingenlik, sosyal yaşamdan soyutlanma, işsizlik, evlilikle ilgili problemler, sıkıntı ve depresyondur. Bunlarla birlikte artan motivasyon kaybı fiziksel aktivitede azalmaya ve sonuç olarak obezite probleminde büyümeye yol açmakta, bir kısır döngü yaratmaktadır.

İnsanda ruhsal durum ve yeme davranışı arasında bir etkileşim olduğu bilinmektedir. Ruhsal durumla yemek seçimi, yeme miktarı ve yeme sıklığı arasında bir ilişki mevcuttur. İnsanda yeme davranışının anksiyete, neşe, üzüntü, öfke, depresyon gibi farklı duygulara göre değiştiği kabul edilmektedir. Yapılan çalışmalarda sıkıntı, depresyon, yorgunluk sırasında yeme miktarında artma olduğunu bildirilmektedir. Öfke, depresyon, sıkıntı, anksiyete ve yalnızlık gibi negatif duygular, yeme bozuklukları ve yanlış besin tercihleri olarak kişiye geri dönmektedir.

Depresyon ve obezite arasındaki ilişki konusunda yürütülen araştırmalarda, leptin hormonunun salgılanmasında meydana gelebilecek düzensizliklerin de bu ilişkiyi etkileyebileceği savunulmaktadır. Vücutta tokluk hissi sağlayan leptinin antidepresan benzeri bir etkisinin de bulunduğu, düşük düzeydeki leptinin ise depresif davranışlarla ilişkili olabileceği belirtilmiştir.

Bağırsaktaki faydalı bakterilerin, duygu durum üzerinde de etkili olduğunu gösteren çalışmalar her geçen gün artmaktadır. Probiyotiklerin, bağışıklık sisteminden metabolizmaya kadar birçok yaşamsal faaliyeti etkilerken aynı zamanda beyindeki mutluluk, endişe gibi duyguları kontrol eden merkezine de sinyaller yolladığı savunulmaktadır. Aynı zamanda mutluluk hormonu dediğimiz seratonin salgısının %95’i bağırsaklardaki yararlı bakteriler tarafından üretilmektedir.

Probiyotiklerle ilgili yapılan bir araştırmada, depresyondan obeziteye birçok sağlık probleminin bağırsaklar ve bağışıklık sistemi arasındaki iletişim problemi ile ilgili olduğu belirtilmektedir. Kilo probleminizin, depresif hissetmenizin sebebi bağırsaklarınıza gereken önemi göstermemeniz olabilir. Mora Terapi yöntemi ile yapılan hemen hemen her tedavide bağırsak sağlığı ön planda tutularak, kişinin bütünsel sağlığı amaçlanırken iyileştirmeye bağırsaklardan başlanır. Kilo verme terapilerinde mutlaka probiyotik takviyeler önerilir ve kişinin duygu durumunu desteklemek üzere tedavilerde mutlaka Bach Çiçekleri ve Renk Terapilerine yer verilir. 

10 Ekim 2018 Çarşamba

ŞEKERLER ENERJİ VERİR (Mİ)?


Şeker, maalesef günümüzde en çok tüketilen besin maddelerinden biridir. Her gün çayınıza, kahvenize attığınız şeker, yediğiniz tatlılar ve içtiğiniz gazlı içeceklerin yanı sıra içeriğini bilmediğimiz paketli gıdalarda da bulunmaktadır. Dolayısıyla şeker tüketirken, günde ne kadar tükettiğimiz konusunda net bir şey söyleyebilmek mümkün değildir.

Fazla şeker, vücut tarafından tolere edilemez ve bunun sonucunda zamanla vücutta birikerek birçok ciddi sağlık sorununa neden olabilmektedir. Şeker, vücutta hormon salınımını olumsuz etkiler, yaşlanma sürecini hızlandırır, kilo artışına ve bölgesel yağlanmaya sebep olur, karaciğer yağlanmasını tetikler, kalp-damar sağlığınızı olumsuz etkiler, bağışıklık sistemini zayıflatır, diyabet riskini artırır. Aynı zamanda daha önceki yazılarımızda da belirttiğimiz gibi vücutta bağımlılık yaratmaktadır. Bu durum sadece kilo açısından değil aynı zamanda genel sağlık durumunuz açısından da çok önemlidir.


Şeker tüketmezsen enerjisiz kalırsın, beynin az çalışır gibi söylemlere günlük hayatta çok denk gelmişsinizdir. Bu yaklaşımlar son derece yanlıştır. Beynin ve vücudun ‘ekstra’ tüketeceğiniz yapay şekerlere kesinlikle ihtiyacı yoktur. Çünkü; beyin ihtiyacı olan şekeri gün içerisinde yediğimiz sebzelerden, kuru baklagillerden de karşılayabilmektedir.


Sabahları yataktan bir türlü kalkamıyorum, ne kadar uyursam uyuyayım dinç uyanamıyorum, sürekli halsiz hissediyorum diyorsanız, bunun sebebinin tiroid gibi bir hormon metabolizması, fazla stres veya geceleri düzensiz uyku saatleri gibi hayat tarzınızdan ya da sağlık sorunlarından kaynaklanmadığından emin olduktan sonra, beslenme düzeninizi mutlaka gözden geçirmelisiniz.

Gün içerisinde tüketeceğiniz şeker içeriği yüksek gıdalar, özellikle paketli ürünler, enerjinizi kısa süreliğine yükseltebilir. Ancak, insülin seviyenizi de yükseltir ve sonrasında da hızla kan şekerinizin tekrar düşmesine sebep olur. Bu nedenle enerjiniz çabucak biterek, açlık hissiniz artarak geri dönecektir. Kan şekerindeki bu ani dalgalanmalar gün içerisinde vücudunuzda halsizlik ve bitkinlik hissini oluşturacaktır.

Gün içerisinde karbonhidrat ağırlıklı öğünlerin tüketimlerinden hemen sonra kanda seratonin seviyeleri artacağından, sakinlik ve rahatlama hissi meydana gelir. Genellikle yemeklerden sonra duyabileceğiniz ‘Rehavet çöktü’ deyimi de aslında buradan gelmektedir. Bu durum, gün içerisindeki uyku hali, odaklanma problemlerinin oluşum sebeplerinden biridir. 

Sabahları dinç uyanamamaktan yakınanlar için şunu da söylemek mümkündür. Gece yatağa tok girdiğinizde vücut sindirim için çalışmaya devam etmek zorunda kalacaktır. Bu nedenle vücudunuz yeni güne hazır uyanabilmek yerine, tüm gece çalışmış ve dinlenememiş olarak güne başlar. Bu konuda, gece yatağa girmeden en az 3-4 saat öncesinde beslenme işleminin tamamen bitmiş olması önerilmektedir.

Masum gözüken şeker aslında yaşam standartlarınızı ne kadar çok etkiliyormuş değil mi? Siz de enerjinizi sebzelerden, kaliteli karbonhidrat kaynaklarından, proteinlerden ve sağlıklı yağlardan karşıladığınızda değişimi göreceksiniz. Şekersiz beslenmeye başladığınızda sabahları dinç uyandığınızı gözlemleyeceksiniz.

Mora Terapi yöntemi ile şeker bağımlılığınızdan kurtulmanız mümkündür. Şekerli gıdalardan alınan frekans bilgileri ile vücuttan silme işlemi gerçekleştirilerek bu gıdalara karşı isteksizlik oluşturulur. Bunun sayesinde de Mora Terapi seansları sonrasında verilecek olan sağlıklı beslenme protokolüne uyum kolaylaşacaktır. Bu şekilde bütünsel olarak sağlıklı hissederek güne daha zinde başlayabilirsiniz. 



4 Ekim 2018 Perşembe

ALERJİ NEDEN BU KADAR YAYGIN?

Alerjiler, bağışıklık sistemimizin çevresel maddelere tepki göstermesi sonucu gelişen biyolojik tepkilerdir. Gıda, polen, toz, hayvanlar, böcek sokmaları veya ilaçlar gibi farklı yapılara alerjen denir ve alerjiler bu maddelere tepki olarak ortaya çıkabilir.

Çocuklarda en sık görülen gıda alerjileri inek sütü, buğday, balık ve deniz ürünleri, tavuk yumurtası, soya, fıstık ve kiviye karşı gelişmektedir.

Vücudun gösterdiği alerjik tepkiler, hapşırık, öksürük, deride kabarma şeklinde olabilmektedir. Ancak, alerjiye yol açan maddeler, bazı kişilerde hayatı tehdit edecek şekilde sonuçlanabilmektedir.


2007 yılında yayımlanan bir araştırma, gıda alerjisi teşhisiyle hastaneye yatırılanların sayısının 1990 yılından bu yana yüzde 500 arttığını göstermektedir. Alerjinin, batı dünyasında daha sık görülmektedir. Her 20 kişiden 1’inde bir gıda alerjisi, her 100 kişiden 1’inde de anafilaksi olarak bilinen hayati tehlikeye sahip alerjik bir reaksiyonların olduğu saptanmıştır.

Peki alerjik reaksiyonlar neden bu kadar artıyor?

Genel olarak ele alındığında, yapılan araştırmalar sonucunda, besin alerjileri daha çok gelişmiş ülkelerde ve büyük kentlerde görülmektedir. Bunun nedenleri endüstrileşme, beslenme alışkanlıklarındaki değişiklikler, aşırı hijyenik yaşam ve bilinçsiz antibiyotik kullanımı olabileceği düşünülmektedir. Alerjilerin görülme sıklığındaki artışın sebebi net bir şekilde bilinmemekle birlikte bu konuda birkaç teori öne sürülmüştür.

Bu teorilerden biri hijyen teorisidir. Teoriye göre; insanların çok daha temiz ortamlarda yaşamaları, bağışıklık sistemlerinin zayıflamasına neden oluyor ve bunun sonucunda da vücut alerjik reaksiyon göstermeye elverişli hale geliyor.

İleri sürülen en güncel teorilerden biri de, yumurta ve fıstık gibi alerjik gıdaların çocukluk döneminin sonlarına kadar tüketilmemesi, ileriki dönemlerde bu besinlere karşı alerji gelişimini artırabileceğine yöneliktir. Fıstık alerjisi riskinin yüksek olduğu bir toplumda yapılan bir araştırma, erken yaşta fıstığa maruz bırakılmanın bu besine karşı alerji geliştirmeyi engelleyebileceğini göstermektedir.

D vitamini eksikliği de alerji riskini artırabilmektedir. Yapılan birkaç çalışma, kandaki D vitamini değerinin düşmesinden dolayı alerji geliştirme riskinin arttığını göstermektedir. Fakat var olan alerjileri tedavi etmek için D vitamini tedavisinin etkili olup olmadığı henüz kanıtlanamamıştır.

Alerjilerin neden arttığına dair en yaygın teorilerden biri, bağırsak mikrobiotasının yeterince güçlü olmamasından dolayı alerjilerin arttığıdır.  Düşük lifli diyetler, basit şeker, tatlandırıcı ve gıda katkı maddelerinin tüketiminin artması ve yoğun antibiyotik kullanımı nedeniyle değişmiş bağırsak florası vücudun bağışıklık sistemini olumsuz etkilemekte ve alerji oluşmasına neden olabilmektedir. Aynı zamanda bu konuyla ilgili şunu da söylemek mümkündür. Sezaryen doğum oranları da her geçen gün artmaktadır. Bebek ilk probiyotiklerini annenin vajeninden almaktadır. Bu da bebeğin enfeksiyonlara karşı korunması ve bağışıklık sisteminin güçlü olması için son derece önemlidir. Ancak sezaryen doğumlarda bebek doğum kanalına girmediği için anneden probiyotiklerini alamaz ve bağışıklık sistemi normal doğan bebeklere göre çok daha güçsüzdür. Bu da ileriki dönemlerde alerjik bünyeye sahip olmalarına neden olmaktadır. Aynı zamanda anne sütü yerine verilen mamalar da yine bebeği bağışıklık sistemi açısından yeterince destekleyemez ve bunun sonucunda da bebeğin alerjik bir bünyeye sahip olmasını tetikleyebilmektedir.

Mora terapi yöntemi ile yapılan alerji terapilerinde de; kilo, metabolik sendrom, diyabet terapilerinde olduğu gibi bağırsak sağlığı ve bağışıklık sistemi ön planda tutulmaktadır. Çünkü; güçlü bağırsaklar, güçlü bağışıklık sistemi ve güçlü metabolizma demektir. 


26 Eylül 2018 Çarşamba

GIDA BAĞIMLILIĞI


Alkol, sigara ve madde bağımlılığı en sık duyduğumuz bağımlılıklardır. Ancak günümüzde en az bunlar kadar zararlı bağımlılıklar da var. Günümüzde artan obezite, aslında yanlış beslenmenin ve yanlış gıda tercihlerinin de ne kadar artığını göstermektedir. Bu nedenle şekerli ve yağlı gıdalara da bağımlı olunabileceği düşüncesi yaygınlaşmaktadır.



Alkol, sigara ve uyuşturucu gibi maddeler beyinde dopamin ve seratonin salgılatarak, bağımlılık mekanizmasını harekete geçirirler. Karbonhidrat ve yağ içeriği yüksek gıdalar ve basit şekerler de aynı mekanizma ile bağımlılığa sebep olabilmektedir. Sonucunda da durdurulamayan yağlı ve şekerli gıda tüketimi meydana gelmektedir.

Vücudumuzda doğal yollarla da salgılanmakta olan seratonin, kişiyi huzurlu ve iyi hissettirir, dopamin ise vücutta canlılık hissini oluşturmaktadır. Karbonhidrat ve basit şekerden zengin veya yüksek oranda yağ içeren gıdalar tükettiğimizde vücutta seratonin ve dopamin salınımı artmaktadır. Bu nedenle kişiler çikolata, cips, şekerli yiyecek veya içecekleri tükettiklerinde daha mutlu hissettiklerini düşünerek, mutsuz veya gergin oldukları dönemlerde bu gıdalara ihtiyaç duyarlar ve bu aşamada bağımlılık oluşmaya başlar.

Bu hormonlar aynı zamanda tatmin duygusu ile ilişkilidir. Beyindeki dopamin salınımından sonra ciddi şekilde mutluluk ve tatmin olma hissi oluşur. Bu hissin sonunda ise “düşüş” olarak tarif edebileceğimiz bir yoksunluk hissi oluşmaya başlar. Bu yoksunluk hissinin oluşmaması için daha fazla maddeye-gıdaya ihtiyaç duyulur ve bu şekilde bir kısır döngü meydana gelir. Kişi artık tatmin olabilmek için daha sık bu gıdalara başvurmaya başladığında beyinden salgılanan bu hormonları taşıyan sinir uçlarında aşırı yükleme sebebi ile harabiyet başlar. Bu nedenle kişiler daha fazla gıdaya ihtiyaç duyar ve bu sınır git gide yukarı çıkar.

Eğer bir yiyeceği neredeyse her gün tüketiyorsanız, yemediğiniz zaman işinize odaklanamıyorsanız veya huzursuzluk hissediyorsanız siz de bu yiyeceğe karşı olan bağımlılığınızı sorgulamalısınız. Bu gibi durumlarda gıda bağımlılığından kurtulmak için, sigara ve alkol bağımlılıklarında da olduğu gibi bu besinlerden uzak kalarak bağımlılık ortadan kaldırılabilmektedir. Bağımlılık yapmış olan gıdalardan uzak kalındığı süre boyunca, seratonin seviyelerini dengeleyebilecek, keten tohumu, kinoa, hindi, tavuk, yumurta, balık, maş fasulyesi, kuruyemişler, zencefil, tarçın, brokoli, elma, erik gibi besinler ve dopamin seviyelerini dengelebilmek için ise dana eti, susam, avokado, sarımsak, kakao gibi besinler beslenme planına eklenebilir.

Mora Terapi yöntemi ile yapılan tüm bağımlılık terapilerinde olduğu gibi kişinin özellikle düşkün olduğu gıdalardan alınan frekans bilgileri ile kişinin vücudunda bu gıdalara karşı isteksizlik oluşturulur. Bu şekilde kişinin bu gıdalardan uzak kalması ciddi boyutta kolaylaşmış olur. Aynı zamanda yapılan genel bir frekans temizliği ve detoks sayesinde de vücutta şimdiye kadar bu besinler yüzünden meydana gelmiş olan harabiyet ortadan kalkmaya başlar ve kişi bedensel-ruhsal-zihinsel boyutta eskisinden daha sağlıklı ve zinde hisseder. 

19 Eylül 2018 Çarşamba

TİP2 DİYABET İÇİN NELER YAPILABİLİR?


Halk arasında şeker hastalığı olarak bilinen diyabet, vücutta kan şekerini düzenleyen hormonlardan olan insülinin yetersizliği veya vücudun salgılanan insülini etkili kullanamaması sonucunda oluşan kan şekerindeki kontrolsüz yükselmelere denmektedir. Zamanında önlem alınmadığı veya kan şekerinin kontrol edilmediği durumlarda diyabet, şeker yüksekliği ile birlikte şekerin toksik etkilerinin özellikle damarlar üzerinde gösterdiği olumsuz etkilerle başta gözler, böbrekler, sinir uçları, kalp ve beyin damarları ve bacak damarları gibi pek çok organımızda ve dokumuzda kalıcı hasarlar oluşturabilmektedir.

Tip 2 diyabetin ortaya çıkmasındaki etmenler; kalıtım, şişmanlık, gebelik, uzun süreli ilaç kullanımı, enfeksiyonlar, fiziksel – psikolojik travmalar ve bazı pankreas hastalıklarıdır.



Son zamanlarda tüm Dünya’ da ve Türkiye’de artış gösteren obezite diyabet oluşumundaki en önemli risk faktörlerinden biridir. Özellikle karın çevresindeki yağlanma insülin direnci oluşumunu tetiklemektedir. Bu nedenle, diyabetin önlenmesinde, kontrol altına alınmasında, ilerlemesi durumunda oluşabilecek sorunların önüne geçebilmek ve yaşam kalitemizi artırabilmek adına kilo kaybı şarttır.

Sağlıklı beslenme davranışlarını ve düzenli egzersizi yaşam tarzı haline getirebilmek esastır. Genel beslenme kurallarından kısaca bahsetmek gerekirse; basit şekerden kesinlikle uzak durulmalıdır. Kan şekerinde ani dalgalanmalara sebebiyet verebilecek, glisemik indeksi yüksek gıdalar ve paketli ürünler kesinlikle tüketilmemelidir. Meyveler tavsiye edilen miktarlarda ve saatlerde tüketilmelidir. Doğru pişirilen veya doğru servis edilen sebzeler ve et-tavuk-balık gibi protein grubu besinler beslenme planına dahil edilmelidir. Ceviz, fındık, badem gibi kuruyemişler ve zeytinyağı gibi sağlıklı yağların ve yoğurt-kefir gibi probiyotik içerikli süt ürünlerinin diyete eklenmesi önerilmektedir. Probiyotik kullanımı, omg 3 takviyesi, Dvitamini takviyesi bu süreçte en büyük destekçileriniz olacaktır.

Mora terapi ile insülin hormonu ile hücre yüzeyindeki insülin reseptörlerinin etkileşiminin gerçekleştiği ortamın temizlenmesi-detoksifikasyonu gerçekleştirilmektedir. Bu sayede hücreler insüline karşı daha duyarlı hale gelmekte ve insülinin kullanılabilirliği artmaktadır. Bu konuda daha çok çalışmaya ihtiyaç duyulmaktadır ancak, Mora Terapi ve doğru beslenme kombinasyonu ile gerek metabolik belirteçlerde önemli düzelmeler gerekse de sübjektif iyilik hali belirgin şekilde artmaktadır. Doğru beslenme için ise yapılabilecek Mora Terapi kilo seansları ile yeni beslenme düzenine uyum kolaylaşarak, tedavi süreci hızlanabilmektedir. 

12 Eylül 2018 Çarşamba

KİLO VERİRKEN EN BÜYÜK DESTEKÇİNİZ: MORA TERAPİ!

Günümüzde gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde aşırı kilo kazanımı ve vücut yağlanması gibi problemlere sık sık rastlanmaktadır. Vücudun yağlanması hatta ilerlemesi sonucunda oluşan obeziteye neden olan etmenler tam olarak açıklanamamakla birlikte aşırı ve yanlış beslenmeyle birlikte fiziksel aktivite yetersizliği, temel nedenler olarak kabul edilmektedir.

Günümüzde, yağ ve şeker içeriği oldukça yüksek olan yiyecek ve içeceklerin daha kolay ulaşılabilir olması bu tarz besinlerin tercih edilebilirliğini artırmaktadır. Aynı zamanda günümüz teknolojisindeki gelişmeler, yaşamı kolaylaştırmakla birlikte, günlük hareketleri önemli ölçüde sınırlamıştır. Hareketsiz yaşam, düzensiz öğünler, yanlış besin tercihleri, su yerine şekerli içeceklerin tüketilmesi sonucunda bedenimizin yağlanıyor olması beklenen bir sonuçtur…

Herkesin bir düşkünlüğü vardır. Kimimiz kahvesiz olmaz, çaysız yapamam der, kimimiz hamur işi görünce kendime engel olamıyorum der, büyük bir çoğunluğumuz da şekerli gıdalara karşı koyamamaktan yakınır. Aşırı karbonhidrat ve glisemik indeksi yüksek gıdaların kontrolsüz tüketimi sonucunda kan şekerinde dalgalanmalar meydana gelir. Ani yükselen kan şekeri aniden düşerek erken acıkmanıza sebebiyet verir. Aynı zamanda bozulan insülin salımı sonucunda da yağ yapımı hızlanır ve alınan şeker ve karbonhidratların fazlası yağ olarak depolanmaya başlar. Şekerden ve karbonhidrattan zengin beslenme tarzı son derece yanlıştır.

Mora Terapi ailesi olarak mucize kilo verme kürleri veya detoks suları gibi moda diyet akımlarını son derece sağlıksız buluyoruz ve kesinlikle desteklemiyoruz. Mora Terapinin amacı uygulanan 3 aylık protokol boyunca sağlıklı beslenme alışkanlıkları kazandırmakla birlikte su tüketimini ve günlük aktiviteleri artırarak sağlıklı ve kalıcı kilolar verebilmektir. Sağlıklı alışkanlıkların oluşabilmesi için 3 ay yeterli bir süredir.

Mora Terapi yöntemi ile yapılan metabolik sendrom, diyabet, geçirgen bağırsak sendromu gibi terapilerden elde edilen bilgiler ve sonuçlar ışığında Mora Terapi kilo verme terapileri geliştirilmiştir. Kilo verme terapilerinde kalıcı başarılar elde eden tamamlayıcı tıp yöntemi Mora Terapi, herhangi bir yan etkiye yol açmadan, vücudumuzdaki doku ve sistemler arasındaki iletişimin frekanslar yardımıyla gerçekleştiğinden yola çıkmaktadır. Her seansta genel frekans temizliği yapıldığından, tansiyon, kolesterol veya kan şekeri ile ilgili problem yaşayan danışanlarımızda ciddi düzelmeler gerçekleşmektedir. Ayrıca, frekans temizliği sayesinde vücutta birikmiş olan toksinler de vücuttan uzaklaştırılmış olur.

Mora Terapi yöntemi ile yapılan kilo terapilerinde, iyileştirmeye her zaman bağırsaklardan başlanır. Kaliteli bağırsak florası, iyi çalışan bağırsakları ve sağlıklı vücut fonksiyonlarını beraberinde getirir. Mora terapi seanslarında ve seanları takiben verilen diyet protokolünde bağırsak florasındaki dengeler gözetilerek temizleme işlemi gerçekleştirilir. Seans sonrasında verilen diyet protokolünden kısaca bahsedecek olursak; sebze, protein ve sağlıklı yağlar içeren, basit şeker içermeyen, karbonhidratların ve meyvelerin de kullanılabilir miktarlarının belirtildiği, bağırsak sağlığını destekleyen sağlıklı bir beslenme planıdır. Serbest olan yiyeceklerde miktar sınırlaması yoktur. Bol su ve fiziksel aktiviteyi de desteklemektedir.

Kilo verme seanslarında, bağırsak terapisinin yanında, bağırsak sağlığını bozacak ya da danışanın özellikle bağımlısı olduğunu düşündüğü yüksek şeker, karbonhidrat ve yağ içerikli gıdalar tüplere koyularak cihaza yerleştirilir. Tüplerden alınan frekanslarla, bağımlılık terapilerinde de kullandığımız gibi vücuttan silme işlemi gerçekleştirilerek bu besinlere karşı isteksizlik oluşturulur. Bu şekilde verilen beslenme protokolüne uyum büyük oranda kolaylaşır. Kişi isteksizlik oluşturulan gıdalara karşı yoksunluk hissetmeden, diyet yapıyorum psikolojisine girmeden kolaylıkla kilo vermeye başlar. Titizlikle uygulanan protokol ve düzenli alınan Mora Terapi seansları sonrasında kişi sağlıklı beslenme alışkanlıklarını yaşam tarzı haline getirmiş olur.

Mora Terapi ile 5+1 seans şeklinde uygulanan 3 ay izlem süreci olan kilo verme protokolümüzde amaç, protokol süresince 12-15 kg kaybetmektir. Bu kayıp 3 ay için ideal bir kilo kaybıdır. Ancak protokol süresince verilebilecek kilo, kişinin metabolizması, yaşı, cinsiyeti, fiziksel aktivite durumuna göre değişebilmektedir. İlk 3 seans genellikle 3-4 gün aralıklarla verilmekte, geri kalan seanslar ise 1-2 hafta hatta 1 ay aralıklarla verilebilmektedir. Seans sayıları ve aralıkları kişinin vermesi gereken kiloya göre veya kilo verme hızına göre değişebilmektedir.

Kısacası Mora Terapinin amacı, danışanın sağlıklı şekilde kilo vererek ideal kilosuna ulaşmasını sağlamaktır. Kişi protokol süresince bedenindeki iyi yöndeki değişimleri fark ederek motive olur. Uykuları düzene girer, sabahları daha enerjik güne başlar, duygu durumu düzenlenir… Mora Terapi ile iyi hissederek zayıflayın. Unutmayın ki Mora Terapi kilo vermek isteyenlerin de en büyük destekçisi!

29 Ağustos 2018 Çarşamba

İYİ UYKULAR…

Sağlıklı bir metabolizmanın olmazsa olmazlarından iyi beslenme ve düzenli egzersizin önemini hepimiz çok iyi biliyoruz. Genellikle göz ardı edilen bir konu daha var. Aslında birçoğumuzun çok sevdiği ancak önemini pek bilmediğimiz bir unsur; uyku!


Gece salgılanan hormonlardan bahsederek giriş yapmak istiyoruz. En önemli hormonlarımızdan olan büyüme hormonu geceleri derin uykuda salgılanmaktadır. Adı büyüme hormonu olabilir ancak bu hormon yetişkinlerde yenilenme ve onarım işlemleri için harekete geçer. Ayrıca yaş ilerledikçe de sizin yıllara meydan okumanıza destek olur. Eğer çok uykusuz kalıyorsanız, bu durum kronik hale geldiğinde bu değerli hormonun onarıcı ve gençleştirici etkisinden maalesef yararlanamazsınız.

Bir diğer hormonumuz ise melatonin. Bu hormonun adını da sıkça işittiğinize eminiz. Melatonin de geceleri derin uykuda salgılanan bir hormondur ve özellikle karanlıkta etkinliği ve salınımı artmaktadır. Bu hormonun görevi de biyolojik saatinizi düzenlemektir. Antioksidan özellik göstermesi de en önemli özelliklerinden biridir. Melatoninin kanser hücrelerine bağlanarak çoğalmalarını önlediğini gösteren ciddi araştırmalar da mevcuttur. Melatonin hormonunu etkin bir şekilde salgılayabilmeniz için, gündüz güneş ışığından yararlanıp, geceleri uyuduğunuz odanın tamamen karanlık olmasına özen göstermelisiniz.  

Vücudun yaşamsal faaliyetlerini düzgün şekilde yerine getirebilmesi, beynin tam anlamda dinlenerek detoks olabilmesi ve aynı zamanda zihinsel fonksiyonların da en iyi şekilde çalışabilmesi için kaliteli uyku şarttır. Peki günde kaç saat uyku idealdir? Ortalama olarak 8-8,5 saat idealdir. Ancak bu kişiden kişiye değişebilir. Kaç saat uyumanın sizin için yeterli olabileceğini belirlerken kriteriniz, güne dinç ve zinde başlayabilmenizdir. Ancak her gün aynı saatlerde uyuyup-uyanabilmek biyolojik saatiniz açısından önemlidir. Uyku saatlerinizi belirlerken bahsettiğimiz hormonların en çok salgılanabileceği saatleri bilmekte fayda var. Melatoninin üretimi ve salınımı karanlık ile başlar, aydınlık ile sona erer. 23.00- 05.00 saatleri arasında salgılanan melatonin 02.00-04.00 arasında en yüksek değerlerine ulaşır.

Düzensiz uykular sebebi ile meydana gelebilecek sonuçlar şaşırtıcıdır. Uykunun yeterince alınamadığı günlerde açlık hormonumuz yükselir. Kanda yükselen açlık hormonu da gün içinde daha aç hissetmemize ve yediğimiz şeylerin daha çok yağ olarak depolanmasına sebep olur. Şöyle söyleyebiliriz ki iyi beslendiğiniz ve spor yaptığınız halde kilo veremiyorsanız, uyku durumunuzu gözden geçirmenizde fayda var. Aynı zamanda kronik hale gelen uykusuzluk insülin direncine bile yol açabilmektedir. Bunlarla birlikte vücut uykusuz kalınca bağışıklık sistemi zayıflar hatta kanser hücreleri ile savaşamaz hale gelebilir.

Uyku sırasında tüm vücut yenilenme sürecindedir. Hücre yapımı gerçekleşir, hafıza ve öğrenme yeteneğiniz uykuda yenilenir. Güne zihinsel ve fiziksel anlamda hazır olarak başlamak istiyorsanız kaliteli uyumanız şart! Kaliteli bir uyku için saatlerin öneminden bahsettik. Şimdide diğer faktörlerden bahsedelim. Tamamen karanlık ve tamamen sessiz bir ortamda uyumanız çok önemlidir. Sessiz dememizdeki amaç vücut uyurken bile sesten rahatsız olabilir ve stres hormonları salgılayabilir. Eğer kaç saat uyursanız uyuyun dinç uyanamıyorsanız uyku apnesi ve horlama gibi problemleriniz olabilir. Bunları kontrol ettirmekte fayda var. Akşam geç saatte yemek yememeye özen gösterin. Son öğününüz yatağa girmeden 3-4 saat önce olmalıdır. Tok yatıldığı zaman vücut geceleri yenilenme için kullandığı enerjisini sindirim için harcamak zorunda kalır. Uyku öncesi yediklerimiz ile birlikte içtiklerimiz de önemlidir. Kafein, tein veya alkollü içecekler tüketildiğinde derin uykuda geçen süre azalır ve uyku kalitesi düşer.

Uykudan bahsetmişken, uyku ilaçlarını atlamak olmaz. Uyku ilacı ile uyuduğunuzda doğal uyku süresince gerçekleşen hiçbir fonksiyondan yararlanamazsınız. Dinlenmiş uyanmak yerine yeni günde konsantrasyon güçlüğü çekebilirsiniz hatta sersemlemiş şekilde uyanabilirsiniz. Tüm bunların yanında bu ilaçların ciddi yan etkileri de bulunmaktadır. Bu ilaçları kullananların bir an evvel bu tür ilaçlardan kurtulmalarında fayda var.

Mora Terapi Bach çiçekleri ve Mora Color terapileri, uykularınızın düzene girebilmesi için alabileceğiniz en iyi destek terapileridir. Uyku deyip geçmemek lazımmış değil mi? Merak etmeyin, düzenli, derin ve rahat uyuyabilmek için hatta uyku ilacını bırakmak isteyenler için inanılmaz etkili terapileriyle Mora Terapi yanınızda.