Çocuklarda en sık görülen gıda alerjileri inek sütü, buğday, balık
ve deniz ürünleri, tavuk yumurtası, soya, fıstık ve kiviye karşı gelişmektedir.
Vücudun gösterdiği alerjik tepkiler, hapşırık, öksürük, deride
kabarma şeklinde olabilmektedir. Ancak, alerjiye yol açan maddeler, bazı
kişilerde hayatı tehdit edecek şekilde sonuçlanabilmektedir.
2007 yılında
yayımlanan bir araştırma, gıda alerjisi teşhisiyle hastaneye yatırılanların
sayısının 1990 yılından bu yana yüzde 500 arttığını göstermektedir. Alerjinin,
batı dünyasında daha sık görülmektedir. Her 20 kişiden 1’inde bir
gıda alerjisi, her 100 kişiden 1’inde de anafilaksi olarak bilinen hayati
tehlikeye sahip alerjik bir reaksiyonların olduğu saptanmıştır.
Peki alerjik reaksiyonlar neden bu kadar artıyor?
Genel olarak
ele alındığında, yapılan araştırmalar sonucunda, besin alerjileri daha çok gelişmiş
ülkelerde ve büyük kentlerde görülmektedir. Bunun nedenleri endüstrileşme,
beslenme alışkanlıklarındaki değişiklikler, aşırı hijyenik yaşam ve bilinçsiz
antibiyotik kullanımı olabileceği düşünülmektedir. Alerjilerin görülme
sıklığındaki artışın sebebi net bir şekilde bilinmemekle birlikte bu konuda
birkaç teori öne sürülmüştür.
Bu
teorilerden biri hijyen teorisidir. Teoriye göre; insanların çok daha temiz
ortamlarda yaşamaları, bağışıklık sistemlerinin zayıflamasına neden oluyor ve
bunun sonucunda da vücut alerjik reaksiyon göstermeye elverişli hale geliyor.
İleri
sürülen en güncel teorilerden biri de, yumurta ve fıstık gibi alerjik gıdaların
çocukluk döneminin sonlarına kadar tüketilmemesi, ileriki dönemlerde bu
besinlere karşı alerji gelişimini artırabileceğine yöneliktir. Fıstık alerjisi
riskinin yüksek olduğu bir toplumda yapılan bir araştırma, erken yaşta fıstığa
maruz bırakılmanın bu besine karşı alerji geliştirmeyi engelleyebileceğini
göstermektedir.
D vitamini
eksikliği de alerji riskini artırabilmektedir. Yapılan birkaç çalışma, kandaki
D vitamini değerinin düşmesinden dolayı alerji geliştirme riskinin arttığını
göstermektedir. Fakat var olan alerjileri tedavi etmek için D vitamini
tedavisinin etkili olup olmadığı henüz kanıtlanamamıştır.
Alerjilerin
neden arttığına dair en yaygın teorilerden biri, bağırsak mikrobiotasının
yeterince güçlü olmamasından dolayı alerjilerin arttığıdır. Düşük lifli
diyetler, basit şeker, tatlandırıcı ve gıda katkı maddelerinin tüketiminin
artması ve yoğun antibiyotik kullanımı nedeniyle değişmiş bağırsak florası
vücudun bağışıklık sistemini olumsuz etkilemekte ve alerji oluşmasına neden olabilmektedir.
Aynı zamanda bu konuyla ilgili şunu da söylemek mümkündür. Sezaryen doğum
oranları da her geçen gün artmaktadır. Bebek ilk probiyotiklerini annenin
vajeninden almaktadır. Bu da bebeğin enfeksiyonlara karşı korunması ve
bağışıklık sisteminin güçlü olması için son derece önemlidir. Ancak sezaryen
doğumlarda bebek doğum kanalına girmediği için anneden probiyotiklerini alamaz
ve bağışıklık sistemi normal doğan bebeklere göre çok daha güçsüzdür. Bu da ileriki
dönemlerde alerjik bünyeye sahip olmalarına neden olmaktadır. Aynı zamanda anne
sütü yerine verilen mamalar da yine bebeği bağışıklık sistemi açısından
yeterince destekleyemez ve bunun sonucunda da bebeğin alerjik bir bünyeye sahip
olmasını tetikleyebilmektedir.
Mora terapi
yöntemi ile yapılan alerji terapilerinde de; kilo, metabolik sendrom, diyabet terapilerinde
olduğu gibi bağırsak sağlığı ve bağışıklık sistemi ön planda tutulmaktadır.
Çünkü; güçlü bağırsaklar, güçlü bağışıklık sistemi ve güçlü metabolizma
demektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder