25 Aralık 2020 Cuma

Yeni Yılda Sadece Karar Almakla Kalmayın; Uygulayın!

Yeni yıla yaklaşırken bir çoğumuz temiz başlangıçlar yapmak için kendimizle ilgili değişiklik kararlarını çoktan aldık. Yapılacaklar listesini oluşturduktan sonra ise çoğu zaman yazdığımız listeye tekrar dönüp bakmaz ve hayatımıza kaldığı yerden, aynı şekilde devam edip hevesimizi kaybedebiliyoruz. Her daim karar almak kolay, uygulamak zordur birey için.

Hayat boyunca alınan her karar uygulama sırasında şartlara göre değişikliğe uğrar, bazen de yok olur. İster zayıflamak için diyet ister şirketiniz için önemli bir yatırım kararı alın, sıra uygulamaya gelince aldığınız karar kendiliğinden esnemeye ve değişime uğramaya başlar.  Bu, hayatın gerçeklerinden sadece biridir.

Fakat daha karar alma aşamasındayken onun nasıl uygulanacağını düşünmek büyük yanılgılara götürebilir. Bir şirkette kuralları uygularken o kuralların kimin üzerinde uygulanacağına göre karar vermek şirketi “duruma ve adama göre karar veren” bir şirket konumuna sokar. Şartlara ve kişilere göre karar vermek insanları da şirketleri de hiç ilkesi olmayan (fazla pragmatik) bir kalıba sokar. Karar alırken taviz vermek, yanlış karar almak demektir.

“Alışkanlıkları değiştirmek zordur.” Oldukça klişe olan bu söylemin doğruluğundan kimsenin şüphesi yok, fakat aklımızdan çıkarmamamız gereken şey, zorun imkansız demek olmadığı.



Alışkanlıklarınızı gözden geçirin!

İstenmeyen bir davranışın alışkanlığa dönüşmesi, o davranışın kişinin hayatındaki başka şeylerle zamanla pekiştirilmiş, tekrar edilmiş olmasından kaynaklanır. Uyanır uyanmaz kahve veya yemek sonrası sigara içmek gibi... Davranışınızın temelindeki zihinsel süreci keşfedip, istemediğimizi fark etmek ve uygulamamak en etkili çözümlerden biridir. Yeni alışkanlıklar edinirken de bunları sürekli yaptığınız ve yapmaktan zevk aldığınız şeylerle pekiştirerek davranışın alışkanlığa dönüşmesine yardımcı olabilirsiniz.

Küçük adımlarla büyük ve sürdürülebilir değişimlere...

Geçmiş deneyimlerinizin olumsuz sonuçlanması motivasyonunuzu düşürmüş olabilir ancak bunu başarısızlık olarak değil, tecrübe olarak değerlendirin. Önemli olan çok fazla olumlu sonuç elde etmek değil, sonuç almak için denemeyi bırakmayın ve değişebileceğinize inanın.

Acele etmeyin...

Özellikle her şeyi hızlı yaşadığımız ve hızlı tükettiğimiz bu zamanlarda çok çabuk sonuca ulaşmak ve verdiğimiz emeğin karşılığını anında görmek istiyoruz. Ancak yaptığınız şeyin 2 hidrojen ve 1 oksijen atomunu bir araya getirerek su oluşturmak kadar belirli, kesin sonucu görebileceğiniz ya da hemen sonuç alabileceğiniz bir şey olmadığının bilincinde olun.
Bu nedenle olumlu sonuca ulaşmak için aceleci davranmayın. Sabır, kararlarınızda kilit rol oynar.

Plan yapın!

Değişim sürecinin olumsuz sonuçlanmasının en önemli sebeplerinden birisi de belirsizlik ve dengesizliktir. Davranışın sonucunun öngörülebilir olmayışı, kararı uygulama aşamasında zorluk yaşamanıza sebep olabilir. Diş fırçalamayı alışkanlık haline getirmeye çalışırken, evde olmayacağınız zamanlarda diş fırçanızı ve diş macununuzu yanınızda taşımak üzere plan yapmak alışkanlığınızı sürdürülebilir kılmanızı sağlar. İşte bu kararın uygulamaya geçiş örneğidir.

Karar alırken bu 3 temel noktaya mutlaka dikkat edin:

1. Duruma göre, adamına göre karar almak daha büyük yanlışları doğurur.

2. Önce bir fikir oluşturmak, sonra bu fikrinin geçerli olup olmadığını toplanacak verilerle test etmek gerekir.

3. Karar almak, tek bir doğruyu bulmak değil, doğrular arasından bir seçim yapmak demektir.

Unutmadan, iradenizi güçlendirmek ve kararlarınız doğrultusunda aksiyona geçebilmeniz için Mora Bach Çiçekleri ve Renk Terapilerinden birebir çok faydalanabileceğinizi biliyor muydunuz? Yukarıda yazdıklarımızı yapmak konusunda zorlanırsanız, lütfen destek alın.




11 Aralık 2020 Cuma

14 Günlük Karantina Süreci Ne Anlama Geliyor, Bu Süreçte Neler Yapılmalı?

Corona virüs salgının ülkede yayılmaması için tedbirlerin arasında en dikkat çekenlerin başında 14 gün kuralı geliyor. Vatandaşların uygulaması gerek kuralın ana öğesi evde kendini karantina altına almakla başlıyor. Peki 14 gün kuralı nedir? 

Dünyada ve ülkemizde bir salgın halini alan Koronavirüsle mücadelede en önemli konunun doğru bilgilendirme olduğuna dikkat çeken uzmanlar, yetkili isimlerin dikkate alınması gerektiğini vurguluyor. Uzmanlar, çok farklı konuşmalar ve bilgiler arasında kafası karışanlar için Sağlık Bakanlığı’nın rehberleri kapsamında doğru bilgilendirme yapmanın önemine dikkat çekti. Koronavirüste kuluçka dönemi 2 gün kadar kısa 14 gün kadar uzun olabileceğine dikkat çekiliyor.

Corona virüse karşı 14 gün kuralı, Sağlık Bakanlığı tarafından corona virüsün ülkemizde yayılmaya başlamasıyla alınan tedbirlerden birisidir. Corona virüs için belirlenen kuluçka süresi 4 – 14 gün olarak açıklanmıştır. 
14 gün kuralı, virüs kapma ihtimali yüksek olan kişilerin kendilerini izole ederek, Bakanlık tarafından belirlenen önlemleri uygulanması anlamına gelmektedir.


14 Gün Kuralını Kimlerin Uygulaması Gereklidir?

14 gün kuralını uygulaması gerekenler, Sağlık Bakanı Fahrettin Koca tarafından yurt dışından gelen vatandaşlar olarak açıklanmıştır. Yurt dışından gelen vatandaşların hem kendi sağlıklarını hem de toplumsal sağlığı düşünerek mutlaka 14 gün kuralı kapsamında belirlenen önlem maddelerini uygulaması gerekmektedir. Önlemler Sağlık Bakanı Fahrettin Koca tarafından açıklanmıştır.

14 Gün Kuralında Dikkat Edilmesi Gerekenler Nelerdir?

14 gün kuralında dikkat edilmesi gereken hususlar, Bakanlık tarafından detaylı olarak açıklanmıştır. Virüsün yayılmasını önlemek için 14 gün kuralı en önemli adımlardan birisidir. Bu nedenle dikkatle uygulanması gerekmektedir. Bakanlık tarafından 14 gün kuralı çerçevesinde açıklanan önlem maddeleri şu şekildedir:

  • Yurt dışına çıkmamanız gerekmektedir. Bu süreçte planlı seyahatlerinizi iptal etmeli veya ertelemelisiniz.
  • Yurt dışı dönüşündeki ilk 14 gün evden çıkmamanız gerekmektedir.
  • Evde kalmanız gereken süreç içerisinde kendinizi izole etmeli ve ziyaretçi kabul etmemelisiniz.
  • Evde kendini izole eden kişilerin odasına maskesiz girilmemesi gerekmektedir.
  • Odaların sık sık havalandırılması gerekmektedir.
  • 14 günlük süreç geçmeden özellikle yaşlılarla ve kronik hastalığı bulunan kişilerle temas kurulmaması gerekmektedir.
  • Ellerin sık sık en az 20 saniye süreyle ovalanarak yıkanması gerekmektedir.
  • Kişisel eşyaların kimseyle ortak kullanılmaması gerekmektedir.
  • Kıyafetlerin en az 60 derecede normal deterjanla yıkanması gerekmektedir.
  • Evden çıkmanız gerekirse, mutlaka maske takarak çıkmalısınız.
  • Bağışıklık sisteminizi güçlendirmek için sağlıklı beslenmeli, bol sıvı tüketmeli ve uyku düzeninize dikkat etmelisiniz.

14 Gün Kuralında Ne Zaman Hastaneye Başvurulmalı?

14 günlük süreçte hastaneye başvurulması gereken zaman bazı şikayetlerin görülmeye başladığı zamandır. Sağlık kuruşuna başvurulması gereken belirtiler şu şekildedir:

  • Yüksek ateş
  • Öksürük
  • Nefes darlığı

14 gün kuralı içerisinde bu belirtilerle karşı karşıya kalmanız halinde mutlaka maske takarak sağlık kuruluşlarına başvurmanız gerekmektedir.

Özellikle bu süreçte bağışıklık sistemimizi korumak ve güçlendirmek alınacak önlemlerin neredeyse başında geliyor. Siz de Mora Terapi Merkezlerimize gelerek bağışıklık sisteminizi her an güçlü kılabilir ve koruyabilirsiniz. Detaylı bilgi almak ve bizimle iletişime geçmek için web sitemizi ziyaret edebilir veya sosyal medya hesaplarımızdan bize ulaşabilirsiniz.

Herkese sağlıklı, dikkatli ve tedbirli günler!


27 Kasım 2020 Cuma

Vücudumuz İçin Elzem Bir Vitamin: D Vitamini

Vücut için  temel vitaminler arasında yer alan D vitamini, sadece kemik gelişi için değil aynı zamanda vücudun birçok alanında temel görevlere sahiptir.. Kemikler için hayati önem taşıyan D vitamini aynı zamanda beyin, mide, kalp, pankreas, deri ve göğüs için oldukça gerekli bir madde. 

Cildimiz, güneş ışınlarını sentezleyerek geri alınım olarak D vitaminine dönüştürür. D vitamini sağlıklı bir kemik ve diş gelişimi için çok kritik öneme sahiptir. Kemikler, ihtiyacı olan kalsiyum ve fosforu D vitamini sayesinde alabilir.  D vitamini ihtiyacının 1000 ünite olduğu uzmanlar tarafından belirtiliyor. Bu miktara günde 20 dakika güneşlenerek erişebiliriz. Yeterince kalsiyum alsanız da vücudunuz yeterli ve gerekli miktarda D vitamini almıyorsa kemikleriniz ve dişleriniz bu kalsiyumdan yararlanamaz. Vücudun günlük kalsiyum ihtiyacı 30-50 yas arasında günde 1000 mg, 50 yaş üzerinde ise günde 1200 mg olarak belirtiliyor.

D vitamini eksikliği...

Bazı vücutlarda D vitamini eksikliği bulunmasına rağmen herhangi bir belirti ve semptom görülmez. Bu eksiklik bazen yorgunluk, halsizlik ve genel vücut ağrısı gibi bazı belirtilere neden olabilir. Ciddi eksikliklerde ise kemik ağrısı ve yürümekte zorluğa neden olan kuvvet kaybı ortaya çıkar. Ek olarak el ve ayak bilekleri, omuz eklemeleri ve parmaklarda ağrı, değişken ruh hali, depresyon, uykusuzluk, baş ağrısı, saç dökülmesi gibi belirtiler de bulunabilir.

Uzun süreli D vitamini eksikliği; yetişkinlerde kemik erimesi, kemik yapısında bozukluk, kas güçsüzlüğü ve düşme riskinde artışa neden olur. Çocuklarda ve gençlerde ise raşitizm adı verilen rahatsızlığa yol açar, ileri yaşlarda ise osteoporoza olarak bilinen kemik erimesine sebep olur. 


D vitamini eksikliğinin temel nedenleri...

Güneş ışınından yeterince faydalanmamak, obezite, yeterli ve sağlıklı beslenmeme, d vitamini sentezinin ve atılımının azalması, karaciğer yetmezliği, kronik böbrek yetmezliği, genetik hastalıklar, sağlıksız yaşam tarzı başlıca nedenlerin arasındadır.

D vitamini depoları...
                        
Ayran, süt, peynir ve yoğurt, kefir tereyağı, ton balığı, somon, uskumru, istridye, yumurta sarısı, tatlı patates, balık yağı, mantar, maydanoz, yonca, ısırganotu, yulaf en önemli D vitamini kaynakları olarak bilinir.

Genel olarak, D vitamini eksikliğinden korunmak adına etkili önlemler arasında D vitamini takviyesi ve diyetle D vitamini alımı bulunur. Cildin sentezleyebilmesi için ise güneşe yeterince maruz kalmayı gerektirir. Fakat unutmayın, uzun süreli güneşe maruz kalmanın cilt kanseri riskini artırması ihtimalinden dolayı bu yöntem eksikliği önlemek için pek fazla önerildiği söylenemez.

Herkese sağlıklı günler!




15 Kasım 2020 Pazar

Mora Terapi'nin Astım Tedavisinde Kullanımı

Astım, hava yollarının çevresel etkenlere karşı aşırı duyarlı olmasıdır.  Hava yollarında ve hava yollarını döşeyen mukoza denilen zarda şişme söz konusudur. Bu şişme, zaman zaman hava akımını engelleyerek solunum sıkıntısına neden olur. Bu dönemlere astım nöbetleri denir.

Hava yollarının daralması ile nefes almayı güçleştiren ve ataklar halinde yaşam boyu devam eden astım, dünyada 300 milyon kişiyi etkiliyor. Astım ataklarını kontrol altına alabilmek için tetikleyici etkenlerden korunmak gerekiyor. Ülkemizde her 100 yetişkinden 7’sinde, her 100 çocuktan 15’inde görülen astım hastalığı, genetik ve çevresel tetikleyicilerin birleşik hareketi sonucu ortaya çıkmaktadır. Yaşam kalitesini olumsuz etkileyen astım hastalığında, tetikleyici faktörlerden uzak durulur ve verilen ilaçlar düzgün kullanılırsa, şikayetler çok kolay kontrol altında tutulur ve ataklar önlenebilir. Böylece solunum yetmezliğine giden süreç de engellenmiş olur.

Alerjik Astım Belirtileri Nelerdir?

Astım hava yollarının tıkanmasının neden olduğu ataklar halinde kendini gösterir. Astım belirtileri genellikle; öksürük, nefes darlığı, hırıltılı nefes alıp verme ve göğüste sıkışma hissidir. Astım belirtilerinin astım tanısı konulmasına yardımcı olan özellikleri ise; tekrarlayıcı olmaları, gece ve sabaha karşı ortaya çıkmaları, bazı alerjen maddelere maruz kalınması veya egzersiz sonrası tetiklenmeleridir. Bu belirtiler ataklar arasında ortaya çıkmaz ve astım hastaları ataklar arasında kendilerini iyi hisseder. Astım tanısı, detaylı hasta öyküsü, muayene bulguları ve solunum fonksiyon testleri ile konulmaktadır. Genel astım belirtileri ise şöyledir;

-Öksürük (genellikle kuru ve krizler halindedir gece uykuda uyandırabilir.)
-Hırıltılı solunum
-Göğüste tıkanıklık ve sıkışma hissi
-Soluk alıp verirken ıslık sesi
-
Nefes darlığı.
                                         


SONBAHAR, ASTIM HASTALARI İÇİN EN RİSKLİ MEVSİM

Astım ataklarının görülme sıklığı sonbahar mevsiminde artıyor. Hatta, bu mevsim astım hastaları için en riskli mevsimi oluşturuyor. Bunun nedeni ise sonbaharda hemen herkesi etkisi altına alan soğuk algınlığı ve grip gibi hastalıklar ile astım atakları arasında bir ilişki olması. Astım solunum yollarının kronik bir iltihap sonrası aşırı derece duyarlı olması ve bazı faktörler nedeniyle zaman zaman daralmasıyla seyreden bir solunum hastalığı. Grip, hatta basit bir soğuk algınlığı gibi hastalıklar hava yollarında enflamasyon oluşturarak astım ataklarını tetikliyor. Çok hafif bir üst solunum yolu enfeksiyonu bile astım hastalarında nefes darlığı, solunum zorluğu, sık ve inatçı öksürük, hırıltı,hışırtılı solunum gibi ciddi problemlere yol açabiliyor. Üstelik, bu hastalıkların neden olduğu öksürük ve nefes darlığı gibi astım semptomları haftalarca sürebiliyor. Bu yüzden astım hastalarının üst solunum yollarının sık görüldüğü sonbahar mevsiminde kendilerini korumaları ve düzenli olarak doktor kontrolünden geçmeleri büyük önem taşıyor.


ASTIM ATAKLARINDAN KORUNMAK İÇİN…

• Eğer grip veya nezle olmuşsanız, bir an önce doktora başvurarak tedavi olun.
• Çevrenizde üst solunum yollarına yakalanmış bir hasta varsa, kendinizi korumaya özen gösterin. Bunun için de öncelikle kalabalık ortamlardan uzak durun. Kapalı ortamlarda kısa süre kalın eğer bu mümkün değilse havalandırmanın yeterli olup olmadığını kontrol edin.
• Bolca su için. Ellerinizi sık sık yıkayın ve dengeli beslenin.
• Sigara içiyorsanız, bu zararlı alışkanlığınızdan mutlaka vazgeçin. Ayrıca sigara içilen ortamdan da kaçının.
• Hava kirliliğinin yoğun olduğu ortamlarda bulunmamaya dikkat edin.

Mora Terapi’nin Astım Tedavisinde Kullanımı

Mora terapi yönteminin solunum yolunu etkileyen alerjilerde ve astımda kullanımı sonucu hasta semptomlarında gözlemlenebilir derecede azalma ve ilaç kullanımında tatmin edici şekilde bir azalma söz konusudur. Tüm terapilerde olduğu gibi astım ve alerjiye de bütünsel yaklaşıldığında; lenfatik drenajın yetersizliği vücudun toksik kirlenmesinin ana nedenlerindendir ve buna bağlı olarak hücreler arası sıvının akışkanlığı azalmaktadır. Akışkanlığın azalması toksik kirlenmenin artışına, yani hücre metabolizması sonucu oluşmuş atık maddelerin, proteinlerin ve diğer kimyasal madde ile ağır metallerin birikmesine yol açmaktadır. Bu nedenle hücreler fonksiyonlarını yerine getiremez hale gelmektedir. Tedavi öncesi genel detoksifikasyona mutlaka yer verilmelidir.

Vücudun en önemli immünolojik organlarından olan lenfatik ve bağırsak sistemlerinin fonksiyonlarını bozacak yüklerin bulunması, bağırsaklar üzerinde çeşitli mantarların –özellikle de Candida yükünün- yoğun olması gerek alerjik rahatsızlıkların gerekse de kronik birçok hastalık tablosunun tedavilere direnç göstermesinin ana nedenlerindendir. Vücudun ve özellikle bağırsakların Candida yükünün olması vücudun bağışıklık sistemini önemli oranda baskıladığı için Candida’ ya yönelik temizleme işlemi, alerji tedavisi ile eşzamanlı hatta daha önce yapılmalıdır.

Bu konuda hastayla iyi bir iletişim kurulup, bahçeden veya ormandan orijinal polenler temin edilebilmekte veya bulunamıyorsa elektronik test kitlerin içerisinde bulunan elektronik ortamda yüklenmiş polenlerin frekans bilgileri kullanılabilmektedir. 

Obezite ve sigara kullanımı astım hastalarını olumsuz etkilediğinden, bu tip danışanların tedavisinde Mora kilo terapileri ve Mora sigara bırakma terapilerine mutlaka yer verilmelidir. Ayrıca hastaların herhangi bir besin veya çevresel alerjenlere alerjisi olup olmadığı test edildikten sonra astımı tetikleyebilecek sebepler ortadan kaldırılacak şekilde tedavi planı oluşturulmalıdır. Özellikle polen alerjisinde mümkün olduğu kadar geniş bir spektrumda polen tozunu tedaviye dâhil etmek gerekmektedir. Bu konuda hastayla iyi bir iletişim kurulup, bahçeden veya ormandan gerekli polenler temin edilebilmektedir. Bütün yıl devam eden solunum alerjilerinde (astım, allerjik rinit), küf mantarları ve toz akarları düşünülmeli ve özellikle yatak odasından, dolapların üzerinden ve banyo gibi nemin fazla olduğu mekânların duvarlarından elektrikli süpürge ile alerjen temin edip, tedaviye eklemek alerji ve astım tedavilerinde başarıyı artıracak uygulamalardır. 




6 Kasım 2020 Cuma

Diyabet, Gizli Şeker ve İnsülin Direnci Ne Anlama Geliyor?

Çağın hastalıklarında en ön sıralarda yer alan diyabet (şeker hastalığı), ölümcül birçok hastalığın ve olumsuzluğun oluşumunda birinci sırada rol oynayan ve maalesef dünyanın her yerinde çok yaygın olarak görülen bir hastalık türüdür. Etimolojik olarak hastalığın tam adı Diabetes Mellitus, Yunanca'da şekerli idrar anlamına geliyor.

Diyabeti ve diyabet oluşumundaki süreci bütünüyle kavramak için diyabeti tam anlamıyla anlamak gerekir. Pankreasın yeterli miktarda insülin hormonu üretememesi ya da üretilen hormonun etkili bir şekilde olumlu yönde kullanılamaması durumunda enerjiye dönüşmesi gereken glukoz, kanda birikerek kan şekerinin yükselmesine sebebiyet verir.

Halk arasında genel olarak  şeker hastalığı olarak tabir edilen Diabetes Mellitus, genel olarak kanda glukoz (şeker) seviyesinin normal seviyenin üzerine çıkması, böylelikle de normalde şeker içermemesi gereken idrarda şekere rastlanmasıdır. Farklı türevleri bulunan diyabet hastalığı, ülkemizde ve dünyada en sık rastlanan hastalıklar arasında yer alır. 

Uluslararası Diyabet Federasyonu'nun sağladığı verilere göre her 11 yetişkin kişiden biri diyabet hastalığına sahip olmakla birlikte, her 6 saniyede 1 birey diyabet kaynaklı sorunlar nedeniyle maalesef hayatını kaybetmektedir.  Tip 1 Diyabet ve Tip 2 Diyabet olarak iki türü bulunan şeker hastalığında hastalığa neden o Tip 1 Diyabet nedenleri arasında yüksek oranda genetik faktörler rol oynarken, kan şekerinin düzenlenmesinde görev alan insülin hormonunu üretimi yapan pankreas organına zarar veren virüsler ve vücut savunma sisteminin çalışmasındaki aksaklıklar da hastalığa sebep olan etmenler arasında gösterilmektedir. Şeker hastalığının daha yaygın görülen türü olan Tip 2 diyabetin nedenleri arasında şu şekilde belirtilebilir:

Obezite (aşırı kilo)
Ebeveynlerde diyabet öyküsünün bulunması
İleri yaş
Hareketsiz yaşam tarzı
Stres
Gebelik sırasında gestasyonel diyabet oluşumu ve normalden yüksek doğum ağırlıklı bebek dünyaya getirme.



İnsülin direnci ve gizli şeker...

Standart şartlarda vücut şekeri 1 ünite insülin ile kontrol altına alabiliyorken, insülin direnci olan kişilerde vücut 2-3 ünite insülin salgılamak durumunda kalmaktadır. Kişilerde insülin direnci artıkça, şeker kontrolünü sağlamak için insülin de doğru orantıda artmış olur. Bu da vücudumuzun ihtiyacından fazla insülin salgılanması anlamına gelir.

Tüm dünyada ve ülkemizde giderek artan obezite ve diyabet görülme sıklığı, “insülin direnci” olarak adlandırılan metabolik sorunu da beraberinde getiriyor. Vücuttaki yağ oranının artması insülin direncine, insülin direnci de vücuttaki yağ oranının artmasına yani obeziteye neden oluyor. Protein metabolizması, üreme ve bağışıklık gibi birçok sistemi etkileyen insülin direncinin tedavi edilebilmesi için öncelikle beslenme ve egzersiz alışkanlıklarının gözden geçirilmesi gerekiyor.

Kan şekerinin normal seviyede olmadığı ancak şeker hastalığı teşhisi konulabilecek kadar da yüksek olmadığı bir ara döneme g
izli şeker pre diyabet denir. Pre-diyabet olarak tanımlanan gizli şekerin belirtileri arasında, yemeklerden sonra halsizlik, yorgunluk bazı kişilerde ayaklarda yanma olabilir. Diyabet öncesi bu dönem, normal glikoz düzeyinden Tip 2 diyabete geçiş evresi 'pre-diyabet' veya 'bozulmuş glikoz regülasyonu' olarak da ifade edilmektedir. Araştırmalara göre, çoğu gizli şeker hastalarına 10 yıl sonra Tip 2 diyabet tanısı konmaktadır.     

Diyabete, yağlanmaya ve fazla kiloya karşı Mora Terapi çözümleri!

Modern çağın tamamlayıcı ve bütünsel tıp metodu Mora Terapi ile insülin hormonu ve hücre yüzeyindeki insülin reseptörlerinin etkileşiminin gerçekleştiği ortamın temizlenmesi-detoksifikasyonu- gerçekleştirilmektedir. Bu sayede hücreler insüline karşı daha duyarlı hale gelmekte ve insülinin kullanılabilirliği artmaktadır. Vücuttaki enflamasyonu azaltmaktadır. Hastaların beslenme alışkanlıkları cihazın sağladığı iştah kesme programlarıyla ayrıca desteklenerek değiştirilmekte, böylelikle sağlıklı beslenme alışkanlıkları kazanmaları sağlanmaktadır.  Bu şekilde tedavi süreci hızlandırılabilmektedir. Bize web sitemizden, sosyal medya üzerinden ve telefon numaralarımızdan ulaşabilir, Mora Terapi çözümleri hakkında detaylı bilgi alabilirsiniz.

Sağlıklı günler
! 😊

23 Ekim 2020 Cuma

Orta Yaş ve Yaşlılıkta Obezite İle Mücadele

Obezite; genetik, fizyolojik, metabolik, biyokimyasal, psikolojik, çevresel faktörler ile fazla kalori alımı ve hareketsiz yaşamın neden olduğu bir hastalıktır. İnsan vücudunun yapı elemanı olan yağ dokusu, vücuda ihtiyacı olan enerjiyi yağ şeklinde depolayarak metabolizmanın gereksinimlerini karşılar. Kişinin vücudundaki yağ miktarı ihtiyacı olduğundan daha fazla oranda artış gösterdiğinde ise obeziteye sebep olur.

Obezite, bugün gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerin en önemli sağlık problemleri arasında yer almaktadır. Hem obez yetişkinlerin hem de obez çocukların sayısı günden güne artış göstermektedir. Birden çok sebep nedeniyle oluşan bu hastalık için önlem alınmadığı takdirde kişinin hayatında riskler oluşabilir. Obezite hastalığı olan bireylerin zaman kaybetmeden tedaviye başlaması ve takip edilmesi gerekir.

Gelişmekte olan ülkelerde nüfusu en hızlı artış gösteren grup olan yaşlılarda, özellikle obezite prevalansı son yıllarda dikkat çekici şekilde artmış göstermiştir. Mevcut rehberler tüm yaş gruplarında obezitenin tanımlanmasında ve sınıflandırılmasında BKİ’nin (Beden kitle endeksi) kullanımını önermektedir. Diğer taraftan, obezitenin saptanmasında ve mortalite ile olan ilişkisinin değerlendirilmesinde, yaşlılarda vücut bileşiminde gerçekleşen değişikliklerden (kas dokusunda kayıp ve yağ dokusundaki artış) dolayı tek başına BKİ’nin kullanılmasının yetersiz kaldığı bildirilmektedir. Bu yaş grubunda bel çevresi ve bel-kalça oranı gibi vücutta yağın dağılımına ilişkin değerlendirmelerin yapılması önemlidir. Yaşlılarda obezite ile mortalite ve morbidite arasındaki karmaşık ilişkilerin ortaya konmasında önemli bir kavram olan sarkopenik obezitenin saptanması, yaşlılarda vücut kompoziyonun değerlendirilmesini gerektirmektedir. Yaşlı bireylerde istemli olarak vücut ağırlığının yönetiminin sağlanması en iyi stratejilerden biri olarak bildirilmektedir.


Ağırlık kaybına yönelik yaklaşımlar içerisinde komplikasyon riskinin en düşük olması bakımından diyet ve fiziksel aktiviteyi kapsayan yaşam tarzı değişiklerine öncelik verilmelidir. Şişman yaşlı bireylerde ideal vücut ağırlığına ulaşmada enerji kısıtlaması yapılırken, gereksinimlerinin karşılanması konusunda öncelikle önem verilmesi gereken besin ögeleri protein, D vitamini, B12 vitamini, posa ve sıvı alımı olarak bildirilmiştir. Yaşlı bireylerde ağırlık kaybı programlarına zemin oluşturacak, istemli ağırlık kaybının sağlık üzerine olan etkilerini gösteren ve yaşlanma sürecinde protein alımının arttırılmasının kas kütlesinin uzun dönem korunmasındaki etkisine ilişkin daha fazla sayıda çalışmaya gereksinim vardır.

Obezite ve Aşırı Kilo İle Nasıl Mücadele Edebiliriz?

• Sağlıklı beslenme programı oluşturun. Gün içinde yediklerinizin kalorilerine dikkat edin. Gerekiyorsa kalori alımlarınızı not edin. Yaktığınızdan daha fazla kalori tüketmemeye dikkat edin.

• Büyük porsiyonlardan uzak durun. Abur cubur tüketiminden kaçının.

• Kalorisi yüksek ama doyurucu olmayan yiyecek ve içecekler tüketmeyin.

• Hareket halinde olun. Sizi hareketsiz kılacak etkinliklerden kaçının. Özellikle akşam saatlerinde yemek yedikten sonra mutlaka yürüyüş yapın.

• Kilonuzu kontrol altında tutmak için zaman zaman tartılın ve vücut kitle endeksinizi hesaplayın.

• Su tüketiminize dikkat edin. Günce en az 1,5 litre su içiniz. Günlük yeterli miktarda içilen su, hem vücut sağlığı için hem de metabolizmanın hızlanıp kilo vermeyi hızlandırması açısından oldukça önemlidir.

• Yağı alınmış süt tüketiminin yağların emilimini azalttığı bilinmektedir. Yağlı yiyeceklerden sonra süt tüketin.

En önemlisi egzersiz! Günlük fiziksel aktiviteler artırılarak kişiler formlarını koruyabilirler. Kişi aşırı kilolu ise düşük seviyede egzersizler yapmalıdır. Hasta, sadece yürüyüş yaparak bile obezite tedavisinin verimini attırabilir.
 
Sağlıklı ve teknolojik bir alternatif olarak Mora Terapi’nin kilo ile mücadele tedavileri ve terapilerinden de küçük / büyük insan demeden faydalanabilirsiniz. Mora Terapi kilo programları tamamiyle bağırsakların temizlenmesini sağlar, sağlıklı beslenmeye  geçişi kolaylaştırır, hayat boyu hangi tip beslenmenin sizin için en faydalı olacağını bu şekilde kolaylıkla anlar ve yaşam biçimi olarak oturtursunuz. Varsa bağısak mantarları temizlenir, insülin direnci problemi, alerjiler veya hormonal problemler konularında da terapiler alırsınız. Mora Terapi her daim kilo vermeyi en sağlıklı biçimde uygulamayı amaçlar. Kilo geri dönüşleri çok azdır. Çünkü hem var olan problemleriniz ortadan kalkmıştır, hem de uzun vadeli size zararlı gıdalara karşı isteksizlik yaratılmıştır. Tekrar abur cubura kolay kolay dönmezsiniz. Detaylı bilgi için bize ister web ister telefon numaramızdan ulaşabilir, bizimle tanışabilirsiniz.
Herkes için sağlıklı günler! 😊

18 Ekim 2020 Pazar

Mora Bağırsak (Bağırsak Florası) Detoksu Terapileri

Bağırsak florası yani bir diğer adıyla mikrobiyata, genel sağlığı etkileyen onlarca özelliğe sahiptir. Birçok sağlık sorununun nedenine baktığımızda zarar gören bağırsak florasını görürüz. Bu yüzden bağırsak florası sağlığı, önem verilmesi gereken bir canlı organizma bütünlüğüdür. Sağlıklı bir bağırsak florası, adeta sağlık sigortasıdır; “ikinci beyin bağırsak” olarak da adlandırılır. 

Sindirim sisteminde yaşayan konak organizmaların çeşitli ve yararlı işlevleri bulunan mikroorganizmalardan oluştuğu sistem bağırsak floramızı oluşturur. Bağırsak florasında bilinen 500 tür bakteri mevcuttur ve söz konusu bakteriler genellikle kalın bağırsakta bulunur. Sağlıklı bir insanda bağırsak florasındaki bakterilerin %98’i faydalı olup tüketilen besinlerdeki protein, aminoasit, karbonhidrat, disakkarit ve yağlardan meydana gelir. Bağırsak florası ile insanlar arasındaki ilişki her iki tarafa da yarar sağlıyor. İnsana fayda sağlayan bakterilerin yanı sıra bazı bağırsak mikroorganizmaları hastalık da yapabilir.

Günün koşturmacası içinde yemek yemeği unuttuğumuz ya da sağlıklı olmayan besinlerle açlığımız geçiştirdiğimiz zamanlar sıklıkla başımıza geliyor. Sindirim sistemimiz ve bağırsak floramız için önemli etkiye sahip bu durumlar sancı, ağrı ve gaz problemlerine neden olarak yaşam kalitemizi düşürüyor. Bağırsak bakterilerinin insanlar için faydalı olan çeşitli işlevleri arasında, sindirilemeyen gıdaların parçalanıp emilmelerine yardımcı olmak, hücre büyümesini teşvik etmek, zararlı bakterilerin çoğalmasını baskılamak ve bağırsaklardan kana toksik ürünlerin geçmesini engellemek sayılabilir.


Mora Terapi ile Bağırsak Florasında Mükemmel Temizlik!

Mora terapi cihazları ile yapılan seanslarda ve seanları takiben verilen diyet protokolünde bağırsak florasındaki dengeler gözetilir, böylelikle vitamin ve minerallerin emiliminin de sağlıklı bir şekilde yapılması için bağırsak florası temizlenir. Tükettiğimiz gıdaların bağışıklık sistemimiz için faydalı olan ve vücudumuz tarafında emilmesi gereken vitamin ve mineralleri bağırsak floramız korur ve Mora terapinin seans ve protokolleri bunlardan vücudumuzun yararlanmasını sağlar.

Mora Terapi yöntemi ile yapılan bağırsak terapilerinde ise şimdiye kadar bağırsağı tehdit etmiş olan besinlerin frekansları vücuttan silinerek bu besinlere karşı isteksizlik oluşturulur. Özel Mora Bağırsak enerji sirkülasyonu programları ile bağırsaklarda çeşitli sebeplerle meydana gelmiş olan hasar giderilir ve birikmiş olan toksik maddeler (kandida vs) vücuttan uzaklaştırılır. Üç aylık karbonhidrattan kısıtlı ve basit şeker içermeyen bir beslenme protokolüyle sağlıklı beslenme davranışı oluşturulur. Aynı zamanda bu beslenme planı, kefir, yoğurt gibi probiyotik besinlerden zengindir bu şekilde bağırsaklardaki flora desteklenmiş olur. Bağırsak florasının tam olarak onarılması için dışarıdan probiyotik ve prebiyotik takviyesi de önerilmektedir. Program 3 aylık olmasına rağmen, unutulmaması gereken uzun vadeli bağırsak sağlığınız için her zaman beslenme şeklinize dikkat etmeniz gerektiğidir. Beyin bağırsak bağlantısı dolayısıyla, daha berrak bir zihin ve daha mutlu bir duygu durumunda yaşayacağınız ise neredeyse kesin sonuç. 


4 Ekim 2020 Pazar

Covid’e Karşı Ruhsal Açıdan Güçlü Kalmak

 2019 Koronavirüs Hastalığı salgını maalesef tüm dünyayı yaş, cinsiyet, ırk, kültür, din ve ekonomik durum ayırt etmeksizin etkileyen bir durum halini aldı. Dünya Sağlık Örgütü tarafından da Mart 2020’den itibaren bu dönem pandemi olarak kabul edildi. Pandemik hastalık dünya genelinde yaşayan insanların sağlığını tehdit eden bulaşıcı hastalıklara verilen bir isim olarak bilinir. Dolayısıyla hem fiziksel hem de ruhsal olarak dünyadaki tüm insanlar benzer bir sürecin içinde olduğumuzu söyleyebiliriz. Enfeksiyondan korunma ve kontrol önlemlerini uygulayarak; enfeksiyonun toplumda yayılmasını azaltmak ve böylece pandeminin erken dönemlerinde enfekte olacak kişi sayısını ve pandemi nedeniyle ortaya çıkacak vakaları azaltmak mümkündür. Bu önlemlerin ne olduğu, pandemiden en az fiziksel etkilenme ile nasıl korunacağımız sürekli gündemimizde, ekranlarda, telefonlarımızda. Bu önlemleri bilmek ve uygulamak için çaba harcıyoruz. Peki fiziksel olduğu kadar ruhsal anlamda da tüm insanlığı etkileyen, kriz olarak nitelendirebileceğimiz ve bu nedenle de stres yaratan bu süreç için neler söyleyebilir, neler yapabiliriz?

Özellikle ailelerin bu süreçte haliyle aşırı kaygılı, korkutucu, aşırı titiz, koruyucu kollayıcı yaklaşımları olabilmektedir. Anne babaların abartılı panik hissi, çocukların ve gençlerin ruh sağlığını olumsuz etkileyebilir, bunu unutmamak gerekir. Aslında tüm dünyada aynı anda yaşanan bu olağan dışı durumda, bu tarz duyguların yaşanması, istenmeyen düşüncelerin akla gelmesi ve rutin davranışların değişmesi de şaşırtıcı değildir. Kaygılı ve korkulu olmanın çok doğal hatta şu dönemde gerekli ve işlevsel olduğunu kabul etmek durumundayız. Çünkü bu duygular olumsuz olsa da bizim önlem almamızı, gerekeni yapmamızı sağlıyor. Bu durum ile ilgili kaygı ve korku hiç olmasa insanlar hiçbir önlem almazlardı. Çocuklara da kaygı ve korkunun, hastalıkla ilgili olumsuz düşünce ve öngörülerin, bizi korumak için böyle zamanlarda önlem almamızı sağlamaya çalışan beynimiz tarafından üretildiğini, beynimizin işinin bizi korumak için düşünce ve duygular üretmek olduğunu onların anlayabileceği dilde anlatabiliriz. Ancak kaygı ve korku abartılı olursa insanların ruh sağlığını olumsuz yönde etkilediği gibi kişinin doğru, etkili ve zamanında tepki vermesini zorlaştırabilir. Tıpkı donup kalmak ve kitlenmek gibi. Hâlbuki kabul edilebilir düzeyde bir kaygı ve korku “ne yapılabileceği” üzerinde karar vermeyi kolaylaştırabilir.


Pandeminin ruhsal etkilerinden korunmak için ipuçları nelerdir?

1- Anlayış ve hoşgörü ile birlik duygusunu güçlendirelim.

Öncelikle bu süreçte bize en iyi hissettirecek duygular şefkat, anlayış, hoşgörü ve empatidir. Hiç kimsenin ya da hiçbir ülkenin bu hastalığı hak etmediğini, yanlış bir şeyler yaptığı için hastalanmadığını, yakınımızda ya da uzağımızdaki her COVİD-19 nedeniyle tedavi gören bireyin destek, ilgi, şefkat ve iyiliği hak ettiğini düşünerek başlayabiliriz. Birlik olmak ve birlik hissetmek bizi ruhsal olarak güçlendiren eylemlerdir.

2- Damgalayıcı tanımlamaları dilimizden uzak tutalım.

Bu ruh halini, “KOVİD-19 nedeniyle tedavi gören ve iyileşmeye doğru ilerleyen” kişileri, KOVİD hastası, KOVİD’li(ler), koronalı(lar), korona ailesi gibi “damgalayıcı” kelimeleri dilimizden uzak tutmaya çalışarak daha da güçlendirebiliriz. Damgalamak ve damgalanmak ya da damgalanacağını düşünmek stresimizi artırır.

3- Salgın ile ilgili haberlere ayırdığımız süreyi kısıtlayalım.

Salgınla ve virüs ile ilgili sizi kaygılandıran ve strese sokan haberleri dinlemeyi, okumayı ve izlemeyi en aza indirebilirsiniz. Sadece güvenilir bulduğunuz kaynaklardan, günde bir ya da iki kez ile sınırlayarak bilgi edinmek ve alacağınız önlemleri buna göre güncellemek yeterli olacaktır. Gerçek bilginin çoğu zaman daha az korkutucu ve kaygılandırıcı olduğunu unutmamalıyız.

4- Çevremizdekilere ve yakınlarımıza destek olalım.

Öncelikle kendimizi korumaya çalışmalı, ancak bunu yaparken ihtiyacı olan diğerlerine de destek olabilmeyi başarmalıyız. İhtiyaç zamanlarında yardımlaşmak hem yardım edeni hem de edileni iyileştirir. Komşumuzu, arkadaşımızı ya da bir akrabamızı aramak, desteğe ihtiyacı olup olmadığını sormak kolay uygulayabileceğimiz bir yöntemdir. Dayanışmak gücümüzü artıracak ve bu kriz sürecinden hem fiziksel hem de ruhsal olarak en sağlam şekilde çıkmamızı sağlayacaktır.

5- Olumlu deneyimleri ve öyküleri paylaşmayı artıralım.

Olumlu deneyimlerimizi aktarmaya ve paylaşmaya çalışmak önemlidir. Örneğin KOVİD-19 nedeniyle tedavi görmüş ve iyileşmiş ya da bir zorluğun beraberce ve dayanışma ile üstesinden gelmiş insanların öykülerini paylaşmak gücümüzü, direncimizi ve umudumuzu artıracaktır.

6- Mücadelede ön safta olan sağlık çalışanlarını unutmayalım.

Bu süreçte KOVİD-19 nedeniyle tedavi gören kişilerin bakımını ve tedavisini üstlenen ve büyük bir özveriyle çalışan sağlık çalışanlarına teşekkür edebilmek, yaptıkları işin değerini ve önemini bildiğimizi hissettirmek hem dayanışmamızı artıracak hem de bu mücadelenin ön saflarındakilere güç verecektir.

 





11 Eylül 2020 Cuma

Uyku Problemi Yaşayanlara Sağlıklı Çözümler

Uyku, günlük yaşamın bir sure için kesintiye uğraması ya da boşa geçen bir zaman asla değildir. Zihinsel ve fiziksel sağlığımızı her gün yenilememiz için önemli olan ve yaşamımızın üçte birini kapsayan aktif döneme uyku olarak adlandırabiliriz. Yaklaşık 85 türde uyku hastalığı vardır. Çoğu yaşam kalitesinin azalmasına ve kişinin sağlığında bozulmaya neden olur.

Uyku bozuklukları trafik ve mesleki kazalara neden olabilmesi nedeniyle bir halk sağlığı sorunudur.  Uykuda yürüme, altını ıslatma, kabuslar ve diğer sorunlar da uykuyu kesintiye uğratabilir. Bazı uyku hastalıkları ise yaşamı tehdit edici boyuttadır.

Nefes açıcı ilaçlar-spreyler, kafeinli içecekler, diyet hapları, hastalıklar, yatak odasındaki kötü koşullar… Hepsi uykunun en büyük düşmanlarıdır.

Peki ya sigara uykuyu olumsuz etkiler mi?

Cevap kesinlikle evet; hem de çok. Sigara tiryakileri genellikle tavşan uykusu uyurlar. REM uyku (göz hareketlerinin aktif olduğu uyku) miktarları azdır. Uyuduktan 3-4 saat sonra kanda nikotin miktarının kritik düzeyin altına düşmesi nedeniyle uyanırlar. Alkol de uykuyu bozar. Uykusuzluk çeken insanların çoğu sorununu alkolle çözmeyi dener. Ama bu yağmurdan kaçarken doluya tutulmaktır. Çok farkına bile varmadan alkolik olur! Oysa ki alkol sadece hafif uyku dönemini tetikler. Uykunun tamir işlevi olan diğer bölümlerinin miktarını azaltır.


Tabii ki de beslendiğiniz gıdalar, porsiyonları ve yemek saatiniz de çok önemli. Verimli bir uyku için yatmadan birkaç saat öncesinde akşam yemeğinizi yemiş olmanız çok önemli. Akşam yemeğini erken saatlere çekmek ve yemek miktarınıza dikkat etmek uyku problemlerini çözmede büyük rol oynuyor. Uzmanlara göre; uyku saatinden 3 saat öncesinde, meyveler de dahil olmak üzere şekerle ilişkinin kesilmesi gerekiyor. Fakat akşam yemeğinin tamamen atlanması da “Uykusuzluk neden olur?” sorusunun cevaplarından biri çünkü aç karnına uyumak mide yanmasına neden olabiliyor. Midede meydana gelen bu yanmalar uyku kalitesini büyük ölçüde düşürüyor. Bu tarz sorunlarla karşılaşmamak için akşam yemeğini küçük porsiyonlar halinde tüketebilirsiniz.

Peki uykumuzu düzene sokmak ve sağlıklı hale getirmek için neler yapabiliriz?

Uykunun sağlık için bir alışkanlığa dönüşmesini istiyorsanız bu hususta uyku saati kavramına dikkat etmelisiniz. Yani, her gün aynı saatlerde yatağa girerek ve hafta sonlarında uykuyu çok uzun tutmayarak kaliteli bir uyku düzenine kavuşabilirsiniz. En verimli uyku süresi uzmanlar tarafından ortalama 7 saat olarak belirtiliyor. Fakat bu sürenin bünyeden bünyeye değişebileceğini unutmamalısınız. En ideal uyku sürenizi zamanla bulabilirsiniz.

Uykusuzluk enerji miktarını düşürdüğü için günlük hayattaki aktivitelerinizi kısıtlamış olması muhtemel. Fakat uyku kalitesi ile doğrudan bağlantılı olan serotonin hormonunun vücudunuzda yeterli düzeyde salgılanabilmesi için düzenli olarak spor yapmanız şart! Stres bozuklukları, yoğun kaygı, depresyon ve anksiyete gibi uykuya dalmayı etkileyen önemli ruhsal problemler ile savaşan serotonin hormonunun salgılanabilmesi için egzersizlerinizi ihmal etmemelisiniz. Uzmanlar, haftada 3-4 gün en az yarım saat spor yapmanızı öneriyor. Antrenman sonrası ve yatmadan önce alacağınız ılık duş ise uykuya dalmanızı kolaylaştırıyor.

Gelin tüm bu önerileri kapsayan 10 maddelik sağlıklı uyku adımlarını birlikte takip edelim ve uygulayalım:

1. Her gün aynı saatte yatmaya ve ertesi gün aynı saatte uyanmaya çalışın.

2. Gündüz vakti olabildiğince aydınlık ortamlarda bulunun.

3. Mümkünse sabah çalışmaya başlamadan önce biraz yürüyüş yapın ya da işe yürüyerek gidin. Günlük yürüyüş süresi ortalama 45 dakikadan kısa olmasın.

4. Aldığınız kahve, çay ve asitli içeceklerle aldığınız kafein miktarını kısıtlayın. Günde 2 fincandan fazla çay ya da kahve içmeyin. Uykuya dalmakta veya sürdürmekte sorununuz varsa kafeini tamamen hayatınızdan çıkarın.

5. Mümkün ise sigarayı azaltın, uyku ile ilgili sorununuz varsa sigarayı tamamen bırakmaya çalışın.

6. Alkol alımını kısıtlayın. Uyku ile ilgili sorununuz varsa alkollü içeceklerden tamamen uzaklaşın.

7. Uykunuz gelirse gündüz vakti kısa süreli uyuyabilirsiniz ama gece uykusuzluk çekiyorsanız gündüz uykularından vazgeçin.

8. Yatak odanızı uyuma ve cinsellik dışında kullanmayın. Varsa yatak odanızdan televizyonu çıkarın. Yatak odanızın ısı, ışık ve gürültü açısından sizi rahat ettirecek şartlarda olmasına dikkat edin.

9. Uyumadan 1 saat önce günlük aktiviteyi bitirin. 15 dakika boyunca o gün yaşadığınız sıkıntıları, başarıları ve mutlulukları bir kağıda yazın sonra 45 dakika boyunca gevşemeye çalışın. Hafif şeyler okumak, klasik müzik dinlemek, ılık köpüklü bir banyo yapmak, 1 bardak ılık ballı süt içmek gibi uyarıcı olmayan şeyler yapın. 

10. Yatağa girdikten sonra yaklaşık 15 dakikalık sürede uykuya dalamadıysanız kalkın ve başka bir odaya gidin. Uykunuz gelinceye kadar gevşemeye çalışın, uykunuz gelince tekrar yatağa dönün. 

Şimdi iyi ve sağlıklı uykular!

 

 

4 Eylül 2020 Cuma

Enflamasyona Karşı Mora Terapi!

İnflamasyon, vücudun herhangi bir zarara karşı verdiği normal koruyucu bir yanıttır. İnflamasyon, hem akyuvarlarımızın bizi bakteri veya virüs gibi bir dış etkenden koruması anlamına gelirken, herhangi bir sakatlık durumunda da inflamasyon meydana gelir; örneğin spor yaparken zorlandığınızda incinen bölge genellikle ağrılı bir hal alır, şişer ve iltihaplanır.

Doktorlar vücuttaki iltihabı veya tıbbi terimle enflamasyonu azaltmanın en iyi yollarından birinin ecza dolabı değil, buzdolabı olduğundan artık neredeyse eminler. Doğru beslenerek ve özel doğru gıdalarla vücuttaki enflamasyonunuza savaş açabilirsiniz. Bağışıklık sistemi, vücuda yabancı olan herhangi bir şey girdiğinde (bunlar; polenler, istilacı mikroplar, kimyasal maddeler, alerjenler vb olabilir) hemen aktive olurlar. Bu aktivasyon genellikle enflamasyon sürecini de tetikler. Aslında enflamasyon vücudunuzu saldıralara karşı koruyan bir sağlık bekçisidir.

Unutmayın beyniniz her zaman çalışır. Düşüncelerinizden hareketlerinize, nefes almanızdan kalp atışlarınıza ve hatta duygularınıza kadar her şeyinizle ilgilenir. 7/24 çalışır, siz uyurken bile. Bu beyninizin sürekli olarak yakıta ihtiyaç duyduğu anlamına gelir. Bu yakıt tükettiğiniz yiyeceklerden gelir. Ve yakıt olarak ne seçtiğiniz her zaman fark yaratır. Daha basit söylemek gerekirse, yedikleriniz doğrudan beyninizin yapısını, işlevini ve ruh halinizi etkiliyor.

Beyniniz kaliteli beslenmeden mahrum kaldığında enflamatuar hücreler beynin kapalı alanı içerisinde dolaşır ve dolayısıyla beynin dokusuna zarar verir. İlginç olan ise tıp dünyasının uzun yıllar beslenme ile duygu durum arasındaki bağlantıyı farkedememiş olmasıdır.

Neyse ki günümüzde psikiyatri bilimi, beslenme ile ilgilenmeye başlamış ve yalnızca ne yediğiniz, ne hissettiğiniz ve nihayetinde nasıl davrandığınızla değil, aynı zamanda bağırsaklarınızda yaşayan bakteri türleri arasındaki korelasyonu bile araştırmaktadır.

Bağırsak floranızdaki iyi bakteriler sadece neyi sindirdiğiniz ve hangi yapısal maddeleri emecekleriyle ilgilenmekle kalmayıp aynı zamanda vücudunuzdaki enflamasyon derecesini ve duygu durumlarınızdaki değişimleri de etkiler.

Peki ne yapabilirsiniz? Farklı yiyecekler yediğinizde nasıl hissettiğinize daha çok dikkat edin. Bir zaman aralığı belirleyerek sadece temiz bir diyetle doğal besinleri tercih edin. Diyetinize doğal fermente ürünleri de (turşu, kefir vb) eklemeyi ihmal etmeyin. Hatta tahılı bile kesmek bir süreliğine güzel bir çözüm olabilir. Vücudunuzdaki değişimleri ve özellikle duygu durumunuzdaki düzelmeyi göreceksiniz. Böyle bir diyet sonrası hem fiziksel, hem duygusal olarak ne kadar iyi hissettiğinizi fark edeceksiniz.

Ya da siz, en iyisi Mora Terapi kilo tedavileri adı altında uyguladığımız 3 aylık programımıza gelin. Çünkü aslen bağırsakları tamamen sağlıklı hale getirmek üzerine, yukarıda bahsedilen tarzda rafine şeker ve rafine tüm gıdalardan arındırılmış, doğal, Akdeniz diyetine çok yakın bir diyet uyguladığımız 3 aylık bir protokol. Üstelik rafine gıdalara ve özellikle karbonhidrat ve şekere olan bağımlılığınızı ortadan kaldırmaya yönelik olarak Mora Terapi cihazımızla uygulama da yaparak bu diyet protokolüne kolaylıkla uyum sağlamanıza yardımcı oluyoruz. Tek başınıza zorlanacağınız bir süreçte yanınızda olarak size destek veriyoruz. En büyük desteği de Mora cihazı veriyor. Fazla kilo bahane, sağlıklı olmak, sağlıklı duygular ve daha mutlu bir yaşam her şeydir.

Herkese mutlu ve sağlıklı günler!



29 Ağustos 2020 Cumartesi

Mora Terapi Depresyona Karşı!

Zevk aldığınız ve sizin için önemli olan aktiviteleri terk ettiğimiz ve/veya yaparken zevk almadığımız, umutsuzluk, karamsarlık, çökkünlük, üzüntü, endişe, kaygı ve korkularla beraber seyreden, iştah ve uyku ritmimizin azalma veya çoğalma yönünde bozulduğu, kendimizi son derece çaresiz, değersiz hissettiğimiz, olumsuz düşünceler içinde dalgalandığımız duygu durum bozuklukları bazı uluslararası tanı kriterleri ile örtüştüğünde koyduğumuz tanıların genel adı depresyondur. Ancak her benzeri tablo depresyon olarak tanımlanamaz ve bir depresyondan bahsedebilmemiz için bu belirtilerin bazılarının en az iki (2) hafta süreyle devam etmesi gerekir.

Modern Dünya, insanları “sağlıklılar” ve “hastalar” olarak ikiye ayırır. Konu fiziksel sağlık olunca masum olan bu ayrım, konu ruhsal sağlık olduğunda çok daha büyük bir önem alır. Neden? Çünkü kimin “normal” kimin “sağlıklı” olduğunu söylemek aynı zamanda bir ölçüde hangi davranışların “normal ve kabul edilebilir” hangilerinin ise “hastalıklı ve kabul edilemez” olduğunu söylemek anlamına gelir. Yani toplumsal normaller, bir tür davranışı ve o davranışı gösteren insanı, duruma ve zamana göre sağlıklı veya hastalıklı atfedebilir.

İnsanın içindeki en engellenemez dürtü, “Hayatta Kalmak”tır. Bu o kadar kuvvetlidir ki, bazen genetik mirasımız direksyonu ele geçirir ve kontrol bizden çıkar. Bunun en basiti, çok iğrenç görünümlü bir yemekle veya bizi korkutan bir hayvanla karşılaşmaktır. Biz akıllı zihnimizle her ne kadar “bundan iğrenmeyeceğim” veya “bundan korkmayacağım” desek de etkimiz sınırlıdır.

 


Baş ağrısı, migren, baş dönmesi, eklem ağrıları, mide-bağırsak problemleri gibi. Kişinin şikayetleri hep fizikseldir, hep ağrılardan yakınır ama tüm bunların sebebi altta yatan depresyondur. Ancak kişi depresyonunu, bilinçsiz olarak konuşması daha kolay olan belirtilerle yaşar ve ifade eder. Grip ile mücadele ederken çalışmak zorunda olduğunuzu düşünün. Kafanızda baskı var, vücudunuz ağrıyor ve tek yapmak istediğiniz uyumak. Ancak yeni müşterilerle görüşüp iyiymiş taklidi yapmanız gerekmektedir.

Depresyon üzüntü ya da derin üzüntü değildir. Üzüntü bir duygudur, depresyon ise bir hastalıktır. Bütün duygular biz insanlar içindir. Yine de bazı duygular olumsuz duygular olarak kabul edilir ve kişi bu duygulardan kaçmaya çalışır ancak bu pek doğru bir tutum değildir. Olumsuz duygu yoktur, her duygunun belirli bir işlevi vardır. Ancak bu duyguların uzun bir süre boyunca aşırı yoğunlukta yaşanması doğal değildir ve doğal olmayan birçok durum gibi bizi rahatsız eder. Uzun süren çok yoğun üzüntü gibi uzun süren çok yoğun neşe, coşku da kişiye zarar verir.İşte bu noktada bir hastalıktan bahsedebiliriz.

Bütünsel tıpta modern çözümler üreten Mora Terapi; duygu durum değişikliklerine karşı da oldukça etkili. Buna örnek olarak Bach Çiçekleri tedavisini gösterebiliriz. Mora Terapi cihazları homeopatik ilaç frekanslarını kullanabilen cihazlardır. Bach çiçekleri terapisi ve renk terapileri de bu şekilde uygulanan terapilerin başında gelmektedir. Çocukluk, ergenlik, yaşlılık dönemi de olmak üzere her yaş grubunda kullanılabilmektedir.

 

Ünlü tıp doktoru İngiliz Dr. Edward Bach’in çiçeklerin iyileştirici özellikleri üzerine yaptığı çalışmalar sonucu geliştirilen Bach Çiçekleri Terapisi’nin kişilerin duygu durumlarının düzeltilmesinde oldukça etkilidir. Enerji alanındaki korkuya, sinirliliğe ya da agresif olmaya yol açan duygu tıkanıklıklarını açan Mora Terapi Bach Çiçekleri Terapisi, söz konusu durumlara yol açan frekansları temizleyebilmektedir. Bach Çiçekleri terapilerinde olduğu gibi renk terapileri de enerji durumunun dengelenmesini sağlayarak kayda değer sakin ve mutlu bir hal sağlamaktadır. Ve tüm bu tedavi yöntemleri yan etki barındırmıyor.

Sizi üzgün görmek asla istemeyiz.
😊 Mutlu haftalar!

 

14 Ağustos 2020 Cuma

Özellikle Pandemi Döneminde Ruh Sağlığımızı Korumamız Neden Önemli?

 Neredeyse 6 aydır pandemi tehlikesiyle birlikte yaşıyoruz. Bu nedenle koranavirüs birçok insanda korku ve endişeye neden oluyor. Virüsün ülkemizde de görülmesinin ardından çocuk ve yetişkinlerde güçlü olumsuz duyguların ortaya çıkmasına neden oldu. Belirsizlik ve öngörülemezlik,  ‘kontrol eksikliği’ hissetmemize neden oluyor. Tehditlere karşı diğer tüm canlılar gibi kendimizi koruma eğilimindeyiz ancak tehdit belirsiz ve potansiyel olarak geniş kapsamlı olduğunda ise kendimizi koruyamayacağımızı düşünmeye başlarız. Bu da endişemizi artırarak alışılmadık davranışlar sergilememize neden olabilir.

Eğer insanlar medyada salgın ile ilgili görüntülere ve bilgilere tekrar tekrar maruz kalırlarsa bu da yaşadıkları sıkıntı düzeyini arttırabilir. Bu nedenle bu süreçte ruh sağlığını korumanın etkili bir yolu da aşırı koronavirüsü haberine maruz kalmaktan kaçınmak. Özellikle çocukların bu haberlerden uzak tutulması gerektiğini vurguluyor. Çocukların bu durumla başa çıkabilmeleri için neler yapılması gerektiğini Yrd. Doç. Dr. Cankardaş şöyle anlatıyor: “Bu tür haberleri duyduğunda çocuğunuz kendini üzgün ya da endişeli hissediyorsa onun bu duygusunu ifade etmesini sağlayın. Yaşadıkları duygularla nasıl başa çıkabileceklerini öğrenmeleri için kendi stresinizle nasıl başa çıktığınızı onlarla paylaşın. Çocuğunuza kendini korumak ve riski azaltmak için yapabileceği şeyleri anlatın."


Çocuklarınız gibi siz de koronavirüsle ilgili medya unsurlarına aşırı maruz kalmaktan kaçının. Bunun yerine, endişenizi gereksiz yere şiddetlendiren, korku uyandırıcı haberler veya sosyal medya yayınları yerine ulusal sağlık hizmetleri web sitelerini inceleyebilirsiniz.

Vücudunuza dikkat edin, dengeli beslenin, düzenli egzersiz yapın, düzenli uyuyun. Virüs ile ilgili haberleri okumaya, izlemeye ve hikâyeler dinlemeye ara verin. Bunlara tekrar tekrar maruz kalmak, üzücü ve psikolojik olarak yıpratıcı olabilir. Endişelerinizi ve nasıl hissettiğinizi yakınlarınızla paylaşın, sağlıklı ilişki ve iletişiminizi sürdürün. Umut, duygunuzu sürdürün.

2003 yılı SARS salgını ile ilgili yapılmış bir araştırma, kişilerin hastalığa ilişkin korku düzeyinin hem koruyucu hem de riskten kaçınma davranışlarının görülme sıklığı ile ilişkili olduğunu göstermekte.

Burada koruyucu davranışlar ile hijyen ile ilgili belirli davranışları, riskten kaçınma davranışları ile de tokalaşma, öpüşme, yurtdışı seyahat gibi davranışlar kastediliyor. Ancak insanların bu tür davranışları benimsemesi zor olabiliyor.

Bilimsel çalışmalar; insanların hastalığın ciddi olduğunu, kendilerine bulaşabileceğini, öldürücü olduğunu düşündüklerinde ve hastalığa karşı alacakları tedbirlerin işe yarayacağına inandıklarında hijyen davranışlarını yerine getirdiklerini gösteriyor. Yani optimum düzeyde korku ve endişe, harekete geçip kendimizi korumamız için gerekli.

“Bana bir şey olmaz” anlayışı hem kamu sağlığı hem de bireysel sağlık için tehlike arz ediyor. Aşırı derecede korku ise depresyon, sağlık anksiyetesi gibi bir takım ruhsal sorunlara neden olabilir. Bu nedenle resmi bilgilendirmeleri takip etmek, gerçekçi bir risk değerlendirmesi yapmak ve hangi davranışları edinerek kendimizi koruyabileceğimizi öğrenmek bu süreçte hem fiziksel hem ruhsal sağlığımızı korumak için çok önemli. Endişe, korku ve kaygı gibi olusmuz düşüncelerden kurtulmanın bir başka kanıtlanmış yolu da Mora Terapi’de Bach Çiçekleri tedavi yöntemi. sayısız akademik derecesi bulunan Doktor Edward Bach tarafından keşfedilen çiçek özleridir. Bach, insanda 38 temel olumsuz duygu durumu; davranış örneği bulunduğunu saptadı ve bu duygu durumlarına uygun çiçek özleri belirledi. Bach çiçeklerinin genel kullanımı, çiçeklerden elde edilen özlerin seyreltilerek homeopatik sıvı oluşturulması şeklindedir. Mora Terapi’ de iyileştirici özellikteki Bach Çiçekleri özlerinin cihazda kayıtlı olan frekansları kullanılır. Mora Color terapilerinde de olduğu gibi ilaç frekans olarak da isimlendirdiğimiz iyi frekanslar doğrudan vücut enerji meridyenlerine gönderilmektedir. İnanın denemenize değer.

Moralinizi her daim yüksek tutun; sizi seviyoruz! 😊