30 Nisan 2015 Perşembe

Kilo Artışı ve Halsizlik Sebebi

Kiloda dengesizlik, geçmeyen yorgunluk ve uyku problemleri gibi belirtiler tiroitin tipine göre değiştiği için bu rahatsızlıklarla mücadelede erken tanı, tedavi ve düzenli takip öne çıkıyor. Memorial Hizmet Hastanesi Endokrinoloji Bölümü’nden Uz. Dr. A. Ender Yılmaz, tiroit ve tedavi yöntemleri hakkında bilgi verdi.

Ruh sağlığınız ve günlük enerjiniz de tiroit hormonlarından etkilenir
Tiroit bezi, vücutta hayati fonksiyonları olan organların çalışma hızlarını düzenleyen, bu faaliyetlerin yerine getirilmesinde yardımcı olan bir organımızdır. Vücuttaki tüm sistemleri ve dokuları etkileyebilmektedir. Saçlardan kalbe, beyne kadar hemen her doku, tiroit tarafından salgılanan T3 (triiodotironin) ve T4 (tiroksin) adı verilen hormonlar tarafından etkili bir şekilde kontrol edilmektedir.


Buna genel olarak “metabolizma” adı verilmektedir. Tiroit bezinin çalışma durumu ruh sağlığını da yakından ilgilendirir. Günlük enerjiyi, ruh halini ve uyku düzenini etkilemektedir. Tiroit boyun bölgesinde “adem elması” olarak tanımlanan bölgenin altında bulunur. Normal boyutunda iken gözle görülmesi ya da elle hissedilmesi mümkün değildir.

Tansiyon ve şeker düzeyiniz kontrol altına alınmıyorsa…
Tiroide bağlı pek çok hastalık bulunmaktadır. Buna ek olarak çoğu tiroit hastası var olan hastalığının farkında değildir. Çoğu kişi var olan şikayetlerinin tiroit kaynaklı olduğundan habersizdir. Halsizlik, yorgunluk, saç dökülmesi, çarpıntı, kilo alma, kabızlık, adet düzensizlikleri, uyku problemleri, mide ve bağırsak şikayetleri, hafıza zayıflığı, hatta tansiyon, şeker, kolesterol gibi hastalıkların yeterli derecede kontrol altına alınamaması, ilaçların yetersiz kalması veya zehirli etki göstermesi bile tiroid rahatsızlıklarından kaynaklanabilmektedir.

Belirtiler tiroidin tipine göre değişiyor
Tiroit bezinin sağlıklı olup olmadığı, laboratuvar incelemeleri ve boyun ultrasonografik görüntüleme yöntemleri ile kolayca anlaşılabilmektedir. Tiroitlere bağlı birçok hastalık bulunmaktadır. Tiroit bezinin hastalıklarına halk arasında genel olarak “guatr” denmektedir. En yaygın olanları şunlardır:

•Hipotiroidi: Tiroit yeterli hormonu üretmez.
•Hipertiroidi: Tiroit çok fazla hormon üretir.
•Noduler guatr: Normal tiroit fonksiyonu olmasına rağmen tiroidin şekli bozulmuş, şişlikler veya nodüller oluşmuştur. Bu üç yaygın bozukluk kişide birçok rahatsızlığa neden olmaktadır.

Birçok ciddi rahatsızlığın altında tiroit fonksiyon bozukluğu olabilir. Bununla birlikte bazı hastalıkların ilaçla tedaviye yanıt vermemesindeki neden tiroit fonksiyon bozukluğu olabilmektedir. Eğer tiroid bezi yeterli hormon üretmiyorsa ( hipotiroidi); hareketlerde yavaşlama, depresyon, yorgunluk, kuru cilt ve saç, kabızlık, kas krampları veya kilo alımı olabilir.

Hipertiroidi belirtileri ise; kilo kaybı, sinirlilik, huzursuzluk, artan terleme, çarpıntı, ellerde titreme, anksiyete, uyuma güçlüğü, artan bağırsak hareketleri, ince kırılgan saç ve kas zayıflığı içerebilir.
Boyunda şişlik, yutma güçlüğü veya yutkunurken takılma, boğazda gıcık hissi gibi belirtiler ise “nodül” denilen tiroit bezi şişliklerinden kaynaklanabilmektedir.

Kadınlarda sık görülüyor ancak erkek hastalarda hayati risk artabiliyor
Tiroit bezi hastalıkları özellikle kadınlarda daha sık görülmektedir. Ayrıca iyot eksikliği olan bölgelerde fazla görüldüğü bilinmektedir. Türkiye bu açıdan riskli bölgeler arasındadır. Bunun yanında erkek hastalarda tiroit hastalığı hayati riski artırabilir. Sigara içenler, radyasyona maruz kalanlar, ailede guatr öyküsü olanlar, yetersiz beslenenler ve yaşlılar da tiroide yatkınlığı bulunan gruptadır.

Erken tanı hayat kurtarıyor
Geçmiş yıllarda çoğu tiroit hastalığına teknolojik yetersizlik nedeniyle tanı konulamıyordu. Günümüzde ilerleyen tıp sayesinde bu hastalıkların teşhisi çoğu zaman bir kaç kan testi ile konabilir, hatta erken tedavi ile kişi tamamen iyileşebilir. Ayrıca tanı ve tedavi yöntemlerinin gelişmesi nedeniyle tiroit bezi kanserleri de daha sık teşhis edilir ve erken tedavi ile başarılı sonuçlar elde edilir oldu.

24 Nisan 2015 Cuma

Uykusuz Kaldığımızda Neler Oluyor?

Kulak Burun Boğaz ve Baş Boyun Cerrahi Uzmanı Op.Dr.Bahadır Baykal, uykunun doğal dinlenme biçimi olduğunu belirterek, “Aslında tüm canlılar günlük işlevlerini gerçekleştirebilmek için uykuya ihtiyaç duyarlar” dedi.
 “Hepimiz şu yada bu sebepten uykusuz geceler geçirmişizdir. Peki uykusuz bir gece ve Sabahında bizi nasıl bir travma bekliyor?” diyen Kulak Burun Boğaz ve Baş Boyun Cerrahi Uzmanı Op.Dr.Bahadır Baykal, şunları kaydetti;




“Güneş battığında, beyin epifiz bezi uyku hormonu olan melatonini salgılamaya başlar. Böylece vücuda uyku vaktinin geldiği hatırlatılır. Sabah uyandığımızda ise, uyku getiren bir kimyasal madde olan adenozin salgılanmaya başlar ve gün boyunca vücutta depolanır. Yatağa girdiğimizde diğer maddeler ile beraber beynimize nüfuz ederek uykumuzun geldiğini hissettirir. Nörokimyasal bir madde olan ABA ise beyin sapını uyararak uyku emri verir.

Bundan sonraki aşama ise uykudur.
Yatağa yattıktan birkaç dakika sonra günün envanterini zihnimizde almaya başlarız. Niye böyle konuştum ? neden yaptım ? peki nasıl davranmalıyım ? gibi pekçok düşünce aklımızdan geçmeye başlar . İşte zihnimizdeki ilk büyük savaş o anda başlar ve zihin strese girer. Stresin tetiklediği adrenalin kalp atışlarını, kan basıncını, vücut ısını ve nefes alıp verişini bozar. Adrenalinin kardeş stres hormonu olan kortizol de beraberinde artmaya başlar, böylece kan şekeri seviyesi yükselerek zihin açılmaya başlar. Beynin uyku ve uyanıklık merkezleri arasındaki kavga artık başlamıştır.

İkinci saatin sonunda yatakta sağa sola dönüp uyuyamamak morali iyice bozar, adrenalin-kortizol seviyesi bir miktar daha artar. Ani ve derin nefes almaya başlarız.

Yatakta geçirdiğimiz üçüncü saatin sonunda pes edip yataktan kalkarak Tv ya da bilgisayarı açtığımızda büyük bir hataya da kucak açmış oluruz. Ekrandan yayılan mavi ışık, melatoninin daha da bastırılmasına sebep olur. Beynimiz de o anda yeni günün başladığı hissine kapılır. Zihin uykudan daha çok seyredilen veya okunan şeye yöneldiği için, yatakla ilk temas ettiğimiz zamana göre daha da uyanık hale geliriz.

Beşinci saate girilirken beynin uyku merkezi bu savaşı kazanır ve bir süre uykuya dalınabilir. Ancak doğal uyku gibi yavaşça uykuya dalmak mümkün olmaz. Beyin dalgaları yüksek bir frekansta sıkışıp kaldığı için kesintili ve rahatsız bir şekilde uyunabilir.

Yedinci saatin sonunda işe gitme vakti geldiğinde yada alarm çaldığında beyin, derin uyku sürecinde girilen delta aşamasına girdiğinden, hemen uyanmak zor olur. Uyanmaya çalışılsa bile vücutta yeteri kadar adenozin yakılmadığından zihin hâlâ bulanıktır. Hızlıca kendine gelmek için bir fincan kahveye ihtiyaç duyulmasının nedeni, kafein alarak adenozini etkisiz hâle getirmektir.

Uykusuz geçen bir gece sonrası yeteri kadar dinlenilemediği için, huysuz ve diğer sabahlara göre daha sersem hissederiz. Beyninin mantık ve konsantrasyon merkezi olan ön korteks oradan oraya sürüklenmiştir. Odaklanmakta zorluk yaşar; asabi ve fevri bir hâle bürünebiliriz. Ancak her şeye rağmen bir sonraki gece doğru saatinde uyumayı başarabilirsek bu travmayı ertesi güne taşımadan o gece de bırakabiliriz.”

9 Nisan 2015 Perşembe

Sigarayı Bırakmak ve Yenilenmek İçin Geç Değil!


7-13 Nisan Dünya Sağlık Haftası dolayısıyla Türkiye’deki sigara kullanım oranları masaya yatırıldı. Bayındır İçerenköy Hastanesi Göğüs Hastalıkları Bölüm Başkanı Prof. Dr. Firuz Çelikoğlu’nun açıklamalarına ve istatistiki verilere göre Türkiye’de sigara kullanım oranı %21 ile OECD ülkeleri sıralamasında hala çok aşağıda… Sağlıklı bir toplum ve refah bir ülke için uzmanlar sigarayı bırakmaya çağırıyor!

Türkiye’de 2003’te %32 olan sigara kullanım oranı son on yılda yapılan kampanyalar ve sigaranın zararları konusunda bilinçlendirme çalışmaları sayesinde %9’luk bir düşüşle %21 oranına geriledi. Rakamlar sigaraya karşı açılan savaşta başarılı olunduğunu gösterse de Türkiye yetişkinler arasında %21’lik kullanım oranıyla OECD ülkeleri sıralamasında hala alt sıralarda. OECD ülkeleri arasında %15'ten daha az bir oranla İsveç, İzlanda, Avustralya ve ABD günlük sigara içme düzeyi en düşük olan ülkeler sıralamasında önlerde yer alıyor.

Bayındır İçerenköy Hastanesi Göğüs Hastalıkları Bölüm Başkanı Prof. Dr. Çelikoğlu’nun açıklamasına göre sigaranın insan sağlığında yarattığı birçok tehlikenin içinde en büyüğü olarak KOAH hastalığı ön plana çıkıyor. Bir akciğer hastalığı olan KOAH amfizem ve kronik bronşiti kapsıyor. KOAH’nın en sık görülen belirtisi, akciğere giren ve akciğerden çıkan havayı nefes darlığına neden olacak derecede kısıtlamasıdır. Sigaranın neden olduğu KOAH, çalışma yaşındaki toplum kesimini çalışamaz hale getirerek ülkelerin ekonomisini de olumsuz etkiliyor. Bu nedenle gelişmiş toplumlar sigara içme oranını düşürmek için çok büyük mücadeleler veriyorlar.

Sigarayı Bırakın!
Bir sigara tüketimi nedenli hastalık olan KOAH’ın ilerlemesini durdurmak için tek önlem sigarayı bırakmaktır. Diğer bütün tedaviler sadece hastalığın verdiği sıkıntıları geçici olarak azaltır.

20 yılda ortalama günde 1 paket sigara içen kişiler, 1 aya yakın bir zamandır öksürüyorlarsa (çoğunlukla bu sigara öksürüğü diye normal kabul edilir), balgam çıkartıyorlarsa ve her yıl kış aylarında sık tekrarlayan soğuk algınlıkları geçiriliyorsa, bu kişilerde KOAH başlıyor mu diye araştırılmalıdır. KOAH tetkikleri, basit bir "spirometri" tetkiki, düşük dansiteli akciğer bilgisayarlı tomografisi ve gerekirse "bronkoskopik teknikler, bronş lavajı sitolojisi” ile yapılmaktadır.

Sigara içmek sadece bir alışkanlık değildir, nikotin bağımlılığıdır. Nikotin, eroin ve kokain kadar bağımlılık yapan bir maddedir. Çok güçlü bir bağımlılık olan nikotin bağımlılığı, Dünya Sağlık Örgütü tarafından da tıbbi bir hastalık olarak tanımlanmaktadır.

Bağımlılığa yol açan mekanizma nasıl işliyor?

Sigaradan bir nefes çekilmesini takiben 10 saniye içinde nikotin beyne ulaşır.
Nikotin beyne ulaşır ulaşmaz keyif veren, konsantrasyonun ve hafıza yeteneklerinin artmasını sağlayan dopamin ve noradrenalin salımına yol açar.
Bu keyif verici etkiler, kişiyi sigara içmeye devam etmeye yönlendirir. Böylece kısa sürede nikotine bağımlılık gelişebilir.
Sürekli ve düzenli sigara içildiğinde, beyin nikotinin birçok etkisine tolerans geliştirir. Böylece beyin, normal fonksiyonlarını geliştirmek için, nikotine gereksinim duymaya başlar.
Nikotin düzenli alınmadığı zaman ise, “Nikotin Yoksunluk Sıkıntısı” ile karşılaşılır. Bu nikotin yoksunluk sıkıntıları, ortaya çıkan etkilerin önüne geçilmesi ya da onların üstesinden gelinebilmesi için, kişiyi sigara içmeye zorlar.


Sigarayı bırakmak için istemek yeterli mi?
İstekli olmak; sigarayı bırakabilmek için önemli olmakla beraber, tek başına yetersiz kalmaktadır. Bunun için destek tedaviler almak fiziksel ve psikolojik yıpranmanın önüne geçerek bağımlılıkla mücadelede başarı kazanma oranı çok yükseklere çıkarılabilir.

Sigarayı bırakmanın sağlığınız üzerindeki etkilerini anında hissedeceksiniz!

Sigarayı bıraktıktan 20 dakika sonra;
 · Kan basıncı ve kalp atışları düzelir.

8 saat sonra;
 · Kandaki nikotin ve karbon monoksit seviyesi yarıya düşer.

24 saat sonra;
 · Karbonmonoksit vücuttan tamamen atılır. Akciğerler, sigaranın neden olduğu mukusu (balgam) temizlemeye başlar. Kalp krizi riski düşmeye başlar.

48 saat sonra;
 · Vücuttaki nikotin tamamen temizlenir.

72 saat sonra;
 · Nefes almak kolaylaşır. Enerji seviyesi yükselir.

2 ila 12 hafta sonra;
· Kan dolaşımı daha sağlıklı gerçekleşmeye başlar.

3 ila 9 ay sonra;
· Öksürük ve göğüsteki hırıltı azalır. Nefes alma sorunları iyileşir.

1 yıl sonra;
· Kalp hastalığı riski, sigara içmeye devam eden birinin taşıdığı riskin yaklaşık yarısına iner.

10 yıl sonra;
 · Akciğer kanseri riski sigara içmeye devam eden birinin taşıdığı riskin yaklaşık yarısına iner. Kalp krizi riski ise, hiç sigara içmemiş birinin taşıdığı riskle aynı seviyeye iner.

15 yıl sonra;
· Felç geçirme ve kalp krizi riski, hiç sigara içmemiş birinin taşıdığı riskle aynı seviyeye iner.

Sigarayı bırakmak, sağlıklı bir yaşam sürmek için atabileceğiniz en önemli adımdır.

http://www.kurtuluyorum.com/sigara-birakma.html

6 Nisan 2015 Pazartesi

Diyabet Giderek Yaygınlaşıyor.

‘Şeker hastalığı’ olarak bilinen diyabet, grip kadar yaygınlaştı. Diyabetli sayısı on yıl öncesine oranla iki kat arttı. Kalp, damar ve sinir sistemi rahatsızlıklarına neden olduğu gibi göz damarlarında ve böbreklerde kalıcı hasarlara da yol açabilen bu hastalık, sağlığı ciddi anlamda tehdit ediyor.

Beslenme şekli, stres, yaşam tarzı gibi çevresel etkenler de diyabetin çıkışını hızlandırabiliyor.


Kandaki şeker düzeyi belli bir seviyede olmalı ki yaşamsal fonksiyonlarımız devam edebilsin. Ama diyabette olması gerekenden daha yüksek şeker kanda tespit ediliyor.

Şekerin fazlalığı da kısa ve uzun vadede vücuda zarar veriyor. Çok su içme, sık idrara çıkma, fazla yeyip buna rağmen kilo alamama gibi durumlar diyabetin belirtileri arasında yer alıyor.

Aşırı halsizlik, kas güçsüzlüğü, iyileşmeyen yaralar ve özellikle bayanlarda görülen iyileşmeyen ve tekrarlayan idrar yolu ve genital enfeksiyonlar da belirti olarak sayılabilir.

Şişmanlık oluşum nedeni
Diyabet, Tip 1 ve Tip 2 olmak üzere ikiye ayrılır. Bunların dışında gebelikte ve pankreas organının hasarına bağlı gelişen diyabet de vardır. Tip 1 diyabette vücudun kendi bağışıklık sistemi pankreasta insülin üreten hücrelere karşı antikorlar oluşturur.
Buradaki hücreleri öldürmesi yüzünden insülin yetersizliği söz konusu olur. Tip 2 diyabet ise daha çok beslenme alışkanlıkları, genetik özellikler, çevresel faktörler, stres ve obezite nedenleriyle oluşuyor. Genelde düzensiz ve yanlış beslenme, spordan yoksun bir hayat sonucunda şişmanlık gelişiyor. Kişinin vücudunda özellikle yağ ve kas dokusunda pankreastan yeterince insülin üretilmesine rağmen hedef organlarda insülin şekerinin yeterince kullandırılmaması sonucunda şeker yükselmeye başlıyor.

Şeker taraması konusunda bilinçlendirme şart
İlerleyen zamanlarda şeker kontrol edilemezse beyine giden damarlarda tıkanıklıklar oluşabiliyor. Aynı şekilde göz damarlarına da zarar gelebiliyor. Hatta bu durum zaman zaman görme kayıplarına kadar ilerleyebiliyor. Şekerin kontrolsüz kaldığı durumlardan böbrek damarı da etkilenebiliyor.
Böbrek yetmezliği başlayıp hastanın diyalize girmesine neden olabiliyor. Ayak damarlarında veya sinirlerinde duyu kayıpları oluştuğu için de travmaya, kesiğe ya da yanmaya acı hissi azalabiliyor. Bu nedenle de yaralanmalar artabiliyor. Tüm bu süreçleri yaşamadan insanları şeker taraması konusunda bilinçlendirmeliyiz.
Bilinen diyabetli sayısı Türkiye’de yüzde 8’lerdeyken 13’lere yükseldi. Yani yüzde 30’un üzerinde bir artış var. Özellikle obezite ile paralel olarak 10 yıl öncesine göre diyabetli sayısı iki katına çıktı.
Bir bu kadar da bilinmeyen diyabetli var. Erken tarama gerekiyor. Kişiler risk grubundaysa yani kırk yaş üstündeyse, vücut kitle endeksi normalden fazlaysa, ailede diyabetli varsa mutlaka şeker yükleme testiyle ileri şeker taramasına gitmesi lazım.

Dengeli beslenmek önemli
Beslenme ile diyabet arasında önemli bir bağ var. Bu nedenle sağlıklı beslenme büyük önem taşıyor. Mide boşalma zamanları var. İki buçuk saat ile dört saat arasında değişir.
Kesinlikle üç ana öğün üç de ara öğün beslenme şeklinde bir hayat tarzı oluşturulmalı ve öğünler sağlıklı bileşenlerden oluşmalı. Karbonhidratlar glikozun ana kaynağıdır. Vücudumuzun enerjisini karşılayacak en önemli besin maddeleridir. İşte bu sebeple, beslenmemizde karbonhidrat olmalı.
Meyveden süt ve süt ürünlerine, makarnadan ekmeğe kadar her şeyi yemek gerekiyor. Bunun dışında aşırı proteinli beslenmek de kilo artışına neden olabilir. Yasak kavramına karşıyım. Önemli olan öğünlerde bunların dengeli tüketilmesi.
Bol lifli, meyve ve sebze oranı yeterli olan proteini de dengeli olan bir beslenme şekli gerekli. Ara öğünlerde ise badem, yer fıstığı, ceviz gibi besinleri tüketmekte fayda var. Bir avuçtan fazlası yenmemeli.