30 Ocak 2019 Çarşamba

MORA BACH ÇİÇEKLERİ İLE ODAKLANIN


İç ve dış uyaranlardan etkilenmeden, dikkat ile bir işe yoğunlaşabilme; iş üzerinde dikkati sürdürebilme yeteneğine konsantrasyon denmektedir. Konsantrasyon bozukluğu; süresi kişiden kişiye farklılık gösterebilen yapılan işlere göre değişiklik gösterebilen kişinin bir konu üzerinde zihinsel olarak odaklanamaması durumudur.


Gelişen teknolojiyle birlikte maruz kaldığımız çevredeki yoğun uyarıcılar odaklanma sorunu yaşamamıza sebep olabilmektedir. Bunlar; sosyal medya bildirimleri, saat alarmı, SMS bildirimi, çağrı bildirimi, otomobil iç uyarıcılar ve korna gibi dış uyarıcılar, trafik işaretçileri, toplu yaşam alanları, sürekli duyduğumuz sesler ve genel adıyla tüm uyaranlardır. Aynı zamanda gün içerisinde birçok bilgi almaktayız. Bu bilgiler, beyine iletildikten sonra alt beyine aktarılmakta ve orada saklanmaktadır. Beynimize ulaşan her bilgi alt beyinde depolanmamaktadır ancak bazı kişiler gereksiz bilgileri elemekte güçlük çekebilmektedirler. Bu kişiler de dikkat toplama ve odaklanma ile ilgili problemler yaşayabilmektedir. Bu gibi durumlar yaptığımız işte verimli ve etkin olmamızı engellemektedir. Çevresel uyaranların yanında odaklanma problemleri, psikolojik, kalıtsal, stres, beslenme veya uyku bozukluklarından kaynaklı farklı sebepler nedeniyle de meydana gelebilmektedir.

İlgilenilen konuya olan ilginin kısa sürede sona ermesi, başlanılan işin bitirilememesi ve bunu takip eden derin kaygı hali, dalgınlığın tetiklediği unutkanlığa bağlı iş kazalarının yaşanması, düzensiz ve dağınık bir yaşam tarzı, sorumluluk alamama ve sorumluktan kaçma, bu durum sonucu iş, meslek, okul ve sosyal ilişkilerinde yaşanan sorunlar, ders çalışırken yahut iş yerinde ders ve işten çok, çevreyle ilgilenmesi, sık aralıklarla dalıp gitme, anlatılan şeyleri dinleyememe, yapılan işten hemen sıkılıp bıkma, okunulan metin veya kitaptan bir şey anlamama, eşyaların sıklıkla kaybedilmesi ve düşüncelerin toparlanamayıp, isimlerin unutulması gibi durumların yaşanması odaklanma veya konsantrasyon bozukluğu belirtileridir.

Odaklanma probleminin aşılmasında ilk adım; kişinin odaklanma sorunu yaşadığının farkına varması ve bu sorunun çözümü için girişimde bulunmaya hazır hale gelmesi olmalıdır. Kişiler, yakın çevrelerini bu konu hakkında bilgilendirerek onlardan da destek almalıdır. 

Odaklanma probleminiz olduğunu düşünüyorsanız kaliteli uyuduğunuzdan ve düzenli-sağlıklı beslendiğinizden emin olmalısınız. Kişinin uyku veya beslenme davranışları yanlış ise kişi kendini yorgun hissederek odaklanma sorunu yaşayabilmektedir. Uyku tam olarak alınmalıdır. Yatmadan önce kitap okumak veya ılık duş almak uykunuzu getirmeye yardımcı olacaktır. Güne bir bardak su içerek başlamak zihninizi açarak sizi yeni güne hazırlar. Gün içerisinde sağlıklı besin tercihleri yapılmalı çok ağır öğünlerden kaçınılmalıdır. Aynı zamanda gün içerisinde yapacağınız 30-45 dakikalık orta tempo yürüyüş veya diğer egzersizler dikkatinizi toplamanızı destekleyecektir.

Odaklanma probleminin ortadan kaldırabilmek için, aynı anda birden fazla işle uğraşılmamalıdır. Çünkü aynı anda iki farklı işe odaklanma olasılığımız yoktur. Planlı şekilde, yapılacak işleri sıraya koymak zaman yönetimi ve dikkat toplama açısından oldukça önemlidir. Kişinin planladığı günlük işleri tamamladıktan sonra kendini ödüllendirmesi motivasyonu artırarak odaklanmayı destekleyebilecek unsurlardandır. Uzun süre bir işle uğraşmak zihni yormaktadır. İş yerinde veya okulda kısa küçük molalar vermek zihni dinlendirerek konsantrasyonu artırabilmektedir. Tüm bunların yanı sıra dikkat dağınıklığı olan bireylerde bulmaca çözmek ve zeka oyunları oynamak çok güçlü bir şekilde konsantrasyon artırıcı etkiye sahiptir. 

Çiçeklerin iyileştirici özellikleri üzerine yaptığı çalışmalarla tanınan ünlü İngiliz Dr. Edward Bach’ in çiçeklerin iyileştirici özelliklerini kullanarak çeşitli duygu ve düşünce bozukluklarına çözüm sunmaktadır. Avrupa’da 100 yıldır yaygın olarak kullanılan tedavi yöntemi olan Bach Çiçekleri Terapisi, dikkat dağınıklığı tedavisinde de başarılı sonuçlar sağlamaktadır. Mora Bach Çiçekleri Terapileri ile dikkat dağınıklığı üzerinde çalışılabildiği gibi, odaklanma problemi meydana getirebilecek, uyku bozuklukları, düzensiz beslenme, stres gibi etkenler üzerine de çalışılabilmektedir. 

23 Ocak 2019 Çarşamba

RENK RENK BESLEN, DAHA SAĞLIKLI YAŞA


Sebze meyve tüketimi hem vitamin ve mineral alımı açısından hem de lif deposu olmaları açısından oldukça önemlidir. Aynı zamanda, sebze ve meyvelere renklerini veren maddelerin sağlığa faydası oldukça fazladır.
Renkli meyve sebzeler dendiğinde akla ilk gelen renkler kırmızı, turuncu, beyaz, mor, yeşil ve sarıdır. 

Besinlere renklerini veren, tek başlarına besleyici özellik taşımayan ancak sağlığı koruyan ve yaşama zindelik katan maddeler "fitokimyasallar" olarak adlandırılmaktadır. Çeşitli renklerdeki besinler tercih edildiği zaman farklı vitamin, mineral ve fitokimyasallar bir arada alınmış olmaktadır. Bu yüzden sağlıklı beslenmede renkli tercihler yapmak oldukça önem taşımaktadır.


Kırmızı ve mor besinler: Antioksidan kapasitesi yüksek olan kırmızı-mor meyve ve sebzeler, bağışıklık sistemimizi korumada oldukça etkilidir. Hastalıklara karşı vücudumuzu korumakta ve kırmızı kan hücrelerini olumlu yönde etkilemektedir. Ayrıca, kalp-damar sağlığı için de oldukça etkilidir. Domates, kırmızı kapya biber, çilek, kiraz, böğürtlen, frambuaz, yaban mersini, nar gibi besinler örnek olarak verilebilmektedir. Tüm bu etkilerin yanı sıra özellikle mor renkli patlıcan, siyah üzüm, mor lahana, incir ve mürdüm eriği gibi besinler kansere karşı koruyucu ve yaşlanma karşıtı etkileri ile bilinmektedir.


Sarı ve turuncu besinler: Genellikle yüksek C vitamini ve yüksek lif içerikli besinlerdir. Toksinleri vücudumuzdan uzaklaştırarak vücut direncimizi arttırmaktadırlar. Yüksek lif içerikleri sayesinde bağırsak sağlığımıza da olumlu etkilemektedirler. Besinlere turuncu rengi veren bileşik olan beta-karotenin kanser, damar sertliği ve katarakt gibi hastalıkları önlediği yönünde araştırmalar bulunmaktadır. Ayrıca güçlü bir antioksidan olduğundan hücreleri erken yaşlanmadan da korumaktadır. Muz, limon, ananas, sarı biber, kayısı, kavun, havuç, mango, balkabağı, portakal, mandalina bu besinlere örnek olarak verilebilmektedir.

Yeşil besinler: Yeşil besinler oldukça zengin bir sınıftır. Lif, vitamin ve mineral içeriği oldukça yüksek gruplardan biridir. Kansere karşı koruyucu ve K vitamini açısından da zengindir. Özellikle karaciğer sağlığında ve toksinlerin vücuttan uzaklaştırılmasında önemli rol oynamaktadırlar. Mutlaka her öğünde bulunması tavsiye edilmektedir. Brokoli, maydanoz, marul, roka, taze nane, dereotu, ıspanak, enginar, yeşil biber, yeşil erik, yeşil elma, kivi, taze fasulye, kabak gibi besinler örnek olarak verilebilmektedir.

Beyaz besinler: Sarımsak, soğan, karnabahar, turp, kereviz, pırasa gibi besinlerin içinde bulunduğu bu grup, enfeksiyonlardan korunmada ve bağışıklık sisteminin güçlendirilmesinde oldukça önemlidir. Aynı zamanda anti-inflamatuar ve kansere karşı koruyucu etkileri ile de dikkat çekmektedirler.

Siyah besinler: Özellikle anti-kanserojen etkisi ile bilinen bu besinlerin ayrı ayrı kan şekerini dengeleme, tokluk hissi verme, bağırsak hareketlerini düzenleme, demir emilimini arttırma, tansiyonu dengeleme gibi önemli etkileri bulunmaktadır. Koyu renge sahip meyveler kalp sağlığı ve idrar yolları sağlığında da olumlu etki yaratmaktadır. Siyah üzüm gibi kabuk ve çekirdeği ile birlikte yenilen meyveler, vücut hücrelerinin yenilenmesinde oldukça etkilidir. Keçiboynuzu, kuru üzüm örnek olarak verilebilmektedir.

Her besinden alınabilecek vitamin, mineral ve bileşenler farklı olduğundan öğünlerde farklı renkli sebze ve meyvelere yer vermek çok önemlidir. Mora Terapi ile yapılan kilo terapilerinde kişilerin olumsuz beslenme davranışlarından uzaklaşarak doğru besin tercihleri yapabilmeleri ve daha sağlıklı bir vücuda sahip olabilmeleri desteklenmektedir. 



16 Ocak 2019 Çarşamba

İLAÇ BAĞIMLILIĞI NEDİR


İlaç bağımlılığı, ilaç ya da ilaç gibi dışarıdan alınan maddelerin fizyolojik, ruhsal ve toplumsal açıdan olumsuz etki oluşturmalarına karşın tıbbi amaç dışında kullanılmasına yol açan alışkanlık haline gelmiş bir davranış biçimidir.

Özellikle son zamanlarda daha sık karşılaştığımız ilaç bağımlılığı hakkında şunu bilmek gerekir ki, her ilacın bağımlılık yapma potansiyeli yoktur. Bağımlılık yapan ilaçlar içerisinde uyku ilaçları ve sakinleştiriciler gibi psikiyatrik ilaçlar ve bazı ağrı kesiciler önde gelmektedir. Bu ilaçlar kendi gerçek tesirleri yanında aynı zamanda rahatlama, gevşeme, moralde açılma hissi gibi psikoloji üzerinde de bir etki yaratabilmektedirler.


İlaca karşı bir bağımlılık oluşmuş ise hepsi bir arada olmasa da bir dizi tipik belirtiler kendini gösterebilmektedir. Bunlardan bazıları; zararlı sonuçlarının bilinmesine rağmen sürekli hale gelen tüketim, ilaç alımına karşı yenilmez bir dürtü, ulaşmak istenilen tesire ulaşmak için dozun giderek arttırılması, ilacın bırakılması veya dozunun azaltılması halinde oluşan yoksunluk hissi, ilacın alımı üzerindeki kontrolün yitirilmesi ve son olarak ilaç alımına dikkati yoğunlaştırılması sebebiyle sosyal bağların, hobilere karşı isteğin azalabilmesidir.


Bağımlılık derecesi ve etkileri ilaca göre değişiklik göstermektedir. Kimyasal bağımlılık, kullanılan ilaç bırakıldığında ya da dozu önemli derecede azaltıldığında kendini yoksunluk sendromu olarak göstermektedir. Bu durumda birey bağımlı olduğu ilacı alamamasından dolayı kendi kontrolü dışında olan hareketlerde bulunabilmektedir. Yoksulluk sendromuna girdiği anda tek ve en önemli amaç bağımlısı olduğu ilacı almaktır. En çok alınan ağrı kesici grubunu romatizma ilaçları veya basit ağrı kesiciler oluşturmakla birlikte en hızlı bağımlılık yapan ilaçlar ergotamin içeren ilaçlar ve triptan grubu ilaçlardır.

İlaç bağımlılığında ortaya çıkan bir durum da toleranstır. Bu durumda ilk zamanlarda belirli bir doz ile ortaya çıkan etki giderek daha yüksek dozların kullanılmasıyla oluşmaktadır. Örneğin eskiden baş ağrısını dindiren doz kişi için artık yetersiz hale gelir. Kişi kendisini daha iyi hissetmek için dozu arttırır ve her artan doz kullanımı beraberinde tolerans problemini ortaya çıkarmaktadır. Bu durum aslında bir kısır döngü yaratmaktadır.

Yapılan bazı araştırmalar; ağrı kesicilerin yaygın ve kontrolsüz kullanımının ilaç alınmadığı durumlarda ağrının daha da artmasına ve ağrının ilaçlara daha az cevap verir hale gelmesine sebep olduğunu göstermektedir. Aynı zamanda kontrolsüz kullanılan ağrı kesicilerin mide ülseri, böbrek ve karaciğer yetersizliği gibi ciddi rahatsızlıklara da sebebiyet verebileceği unutulmamalıdır. Ayrıca, ergotamin grubu ilaçların kalp damarları dahil tüm damarlar üzerine uzun süreli daraltıcı etkileri olduğundan kontrolsüz alımı sonucu nöropatilere yol açabilmektedirler. El, ayaklarda üşümeler, karıncalanma, uyuşmalar şeklinde sonuçlanabilmekte veya bu damar sorunları kalp krizine ve ölüme kadar götürebilmektedir.

Her gün 2-3 ağrı kesici kullanarak, bağımlılık seviyesine gelenlerin sayısı azımsanamayacak düzeydedir. İlaç bağımlılıkları tedavi gerektiren bir durumdur. Sürekli ağrı kesicilere sığınan kişiler, ileride daha büyük ağrılara maruz kalabilmektedir. Aşırı ağrı kesici kullanımına bağlı sürekli baş ağrısı çeken, yani bağımlı kişiler yalnızca ağrı yaşamamakta, unutkanlık, dikkat eksikliği, enerji eksikliği, yorgunluk, depresif durum, çarpıntı, baş dönmesi gibi şikâyetleri de meydana gelebilmektedir. Tipik bir bağımlı gibi, ağrı kesici almadıklarında baş ağrısı krizi geçirebilmektedirler ve bu durumu çözebilecek şeyin sadece ağrı kesici olduğunu düşünmektedirler.

Tüm bağımlılıklarda olduğu gibi ilaç bağımlılığı terapilerinde de en iyi destek terapilerinden biri Mora Terapidir. Bağımlı olunan ilaç üzerinden çeşitli testler yapılarak kişiye özel terapiler planlanarak tedaviye geçilmektedir. Aynı zamanda yapılan renk terapileri ve bach çiçekleri terapileri ile bağımlılıkların oluşturabileceği psikolojik etkilerden de arınmak amaçlanmaktadır. Mora Terapi ile yapılan her seansta olduğu gibi burada da yapılan genel frekans temizliği ile genel sağlık durumu desteklenmektedir. 



9 Ocak 2019 Çarşamba

SAĞLIKLI YAĞLARDAN KORKMA!


Yağlar en değerli besin gruplarındandır. Birçok yağ çeşidi bulunmaktadır ve tüm yağları zararlı olarak adlandırmak çok yanlıştır. Araştırmalar sonucu yağ içermeyen diyetlerin insan sağlığını olumlu yönde etkilemediği kanıtlanmıştır. Fakat beslenme planına dahil etmemiz gereken yağlar sağlıklı yağlar olmalıdır. Yağ içeriği yüksek paketli gıdalar, kızartmalar, trans yağ içeren gıdalar bu gruba kesinlikle girmemektedir.

Sağlıklı yağlar hem enerji kaynağı olmaları açısından hem de çeşitli vücut sistemlerini destekledikleri ve enflamasyonu dengelediklerinden insan sağlığı için oldukça önemlidir. Sağlıklı yağlardan zengin besinlere ise; zeytinyağı, badem, ceviz, keten tohumu, yağlı balıklar, hindistan cevizi yağı, avokado ve yer fıstığı verilebilmektedir.


Zeytinyağı: Zeytinyağının en önemli özelliklerinden biri kalp ve dolaşım sistemi dostu olmasıdır. İçerdiği fito kimyasallar ve E vitamini gibi antioksidanlar sayesinde bağışık sistemini güçlendirir hatta kansere karşı vücudu korumada etkilidir. Kan şekeri seviyesini kontrol altında tutmakta ve hücrelerin insüline duyarlılığını artırmaktadır. Ayrıca kemik yapımını arttıran hormonların salgılanmasına destek olarak ileri dönemlerde oluşan osteoporoza karşı önlem oluşturmaktadır. Aynı zamanda bağırsak hareketleri ve temizliğinde de oldukça etkilidir. Ancak zeytinyağını kullanırken yararlı etkilerinden faydalanabilmek için doğru tüketilmesi çok önemlidir. Çabuk yanabileceğinden, kızartma ve kavurma gibi yüksek ısı isteyen işlemler için zeytinyağı doğru bir tercih olmayacaktır. Salatalarda çiğ şekilde veya zeytinyağlı sebze yemeklerinde kullanımı daha doğru olacaktır.


Avokado: 2013 yılında yapılan bir çalışma sonucunda, avokadonun kişilerde metabolik sendrom riskini düşürebildiği ve bel çevresi yağ miktarını azaltmada etkili olduğu gözlemlenmiştir. Kalp sağlığı için oldukça faydalı olan avokado limon ve sarımsak ile lezzetlendirilerek tercih edilebilmektedir. Ancak porsiyon kontrolü her yağ grubunda olduğu gibi burada da önemlidir.

Hindistan cevizi yağı: Özellikle son zamanlarda sıkça duyduğumuz Hindistan cevizi yağı, bağırsaklardan direkt emilebilme özelliğine sahiptir. Bu sayede metabolizma hızlandırıcı etki oluşturabilmektedir. Kilo kontrol veya zayıflama amaçlı oluşturulan diyetlerde porsiyon kontrolüne dikkat edilmek üzere kullanılabilmektedir. Ayrıca Hindistan cevizi yağının antibakteriyel özelliği de mevcuttur. Pişirme açısından yüksek ısıya dayanıklı olduğundan mutfakta rahatlıkla kullanılabilmektedir.

Keten Tohumu: İçerdiği omega 3 yağ asitleri sayesinde kalp dostu yağlar arasındadır ve bağışıklık sistemini de güçlendirmektedir. Kansere karşı koruyucu etkisi bulunmaktadır. Aynı zamanda içeriğindeki omega 3 yağ asitleri sayesinde de depresyondan korunmada etkilidir.

Ceviz ve Badem: Ceviz, kalp damar sağlığını koruduğu gibi beyin için de en değerli besinlerden bir tanesidir. Bademin, Amerikan Kalp Cemiyetinin yaptığı bir araştırmaya göre kalp hastalıklarına karşı önleyici etkisinin olduğu ve bel çevresi yağlanmayı azaltıcı etki gösterdiği tespit edilmiştir. Ayrıca yüksek oranda magnezyum ve E vitamini içerdiğinden bağışıklık sistemini kuvvetlendirmektedir.

Beslenme düzenine dahil edilebilecek sağlıklı çeşitlilik sağlayarak, daha zengin ve sağlıklı öğünlerin oluşturulabilmesini sağlamaktadır. Bu yüzden, Mora terapi ile yapılan bağırsak terapisi ve kilo seanslarından sonra, danışanlara hangi yağların, gün içerisinde nasıl ve ne kadar kullanabilecekleri hakkında bilgi verilmektedir. Özellikle zeytinyağı kullanımı Mora protokollerinde sıkça kullanılması önerilen yağlardandır. 



3 Ocak 2019 Perşembe

KIŞ AYLARI SPOR YAPMAK İÇİN ENGEL DEĞİL


Teknolojik gelişmeler her ne kadar hayatımızı kolaylaştırsa da hareketlerimizi de bir o kadar kısıtlamaktadır. Merdiven yerine asansör kullanıyoruz, evimizin önündeki durakta otobüsten inmeye özen gösteriyoruz, yakın mesafelerdeki iş yerlerine bile araba ile gidiyoruz, yürüyen merdiven bulunan yerlerde normal merdiven kullanmıyoruz. Hatta internet üzerinden alışveriş yapıyor, market siparişlerimizi bile telefonla veriyoruz. Bu küçük gibi görünen değişimler aslında günlük aktivitemizi değerlendirdiğimizde oldukça önemli faktörlerdir.



Düzenli egzersiz zihinsel, duygusal ve bedensel açıdan oldukça önemlidir. Bütünsel olarak sağlıklı olabilmek için egzersizin hayatımızda mutlaka yeri olması gerekmektedir. 

Düzenli fiziksel aktivite bedensel açıdan bakıldığında, kas kuvveti, miktarımızın arttırılmasını, eklem hareketliliğinin ve esnekliğinin arttırılmasını, vücut dayanıklılığın arttırılmasını, dengenin kolay sağlanabilmesini, reflekslerin gelişmesini, vücut duruşunun düzeltilmesini ve kemik mineral yoğunluğunun korunmasını sağlamaktadır. Aynı zamanda düzenli egzersiz ile kalp ritmi ve kan basıncı düzene girmekte, solunum kapasitesi artmakta, yüksek kan kolesterol ve trigliserit düzeyleri düşmekte, kan şekeri kontrolü sağlanmakta, metabolizma hızlanmakta ve vücut depo yağlarından enerji sağlamaya başlamaktadır.
Aynı zamanda, fiziksel aktivite sırasında stres hormonlarının üretiminin yavaşlaması, zihinsel olarak rahatlamayı, günün yorgunluğunu ve stresini geride bırakmayı, kişinin özgüvenli olmasını ve sosyal ilişkilerinde daha başarılı olmasını desteklemektedir.

Kış aylarında egzersiz genellikle geri planda kalabilmektedir. Ancak soğuk mevsimin getirdiği ağırlık, ruh hali düşüklüğü ve bedendeki yağ depolanması, hareket etmedikçe kısır döngüye girebilmektedir. Kış mevsiminde yapılan düzenli egzersizler, mutluluk hormonu seratoninin salgılanmasını artırmakta, iş veya okul stresini azaltabilmektedir. En önemlisi de düzenli egzersiz bağışıklık sistemini ve metabolizmayı kuvvetlendireceğinden kış hastalıklarından korunmada oldukça etkilidir.   

Kışın açık havada yapılan yürüyüş gibi orta derecede aktivitelerde, bahar-yaz aylarına kıyasla daha çok enerji harcanmaktadır. Araştırmalara göre; soğuk havada bedenimiz metabolik hızını artırmakta, bu da daha fazla kalori yakımını sağlamaktadır.  Vücut, kış aylarında spora daha iyi cevap verebilmektedir.
Ruhsal ve zihinsel açıdan bakıldığında ise; soğuk havada beden daha çok çalışmak zorunda kalacağından, endorfin üretimini de artırmaktadır. Bu durum da daha mutlu bir ruh halini desteklemektedir. Özellikle mevsime bağlı duygusal dalgalanmalar yaşayan kişilerin kış aylarında egzersiz yapması, bu durumun ortadan kaldırılmasında önemli bir rol oynamaktadır.

Kış aylarında vücut ısısını korumak göz ardı edilmemelidir. Hızlı tempolu yürüyüşler, koşu, bisiklet, buz pateni ve kayak ile orta ve yüksek derecede egzersizler sonucunda önemli miktarda ısı açığa çıktığından vücudun soğuktan etkilenme oranı da düşmektedir. Bunun aksine yavaş tempolu yürüyüş yaparken açığa çıkan ısı miktarı az olacağından vücut ısısını korumak zorlaşabilmektedir. Soğuk havaya çıkılmadan önce, kapalı ortamda, en az 5 dakika ısınma hareketi yapılmalıdır. Dışarıya çıktıktan sonra sporun ağırlık derecesi kademeli olarak arttırılmalıdır. İlk 10 dakikada hafif tempoda ve 5 dakikada bir, 30 saniye dinlenecek şekilde planlama yapılmalıdır. Spora ara verdiğinizi an vücut ısısı hızlıca düşmeye başlayacağı için soğuma süreci kapalı ortamda gerçekleştirilmelidir.

Kış sporları açık havada yapılabileceği gibi hava şartları nedeniyle spor salonlarında ya da evde de yapılabilmektedir. Evde yapılabilecek sporlar kilo almamak, hacim kazanmak, sıkılaşmak, vücut geliştirmek, kardiyo egzersizleri olarak yapılabilmektedir. Herhangi bir alet kullanmadan da vücudun kendi ağırlığıyla evde de etkili spor yapabilmek mümkündür. Pilates ve yoga evde uygulanabilecek egzersizlere verilebilecek güzel örneklerdir.

Mora Terapi yöntemiyle yapılan kilo ve bağımlılık terapilerinde, danışanların fiziksel aktivite durumları mutlaka sorgulanmaktadır. Genel olarak hareketsiz bir yaşam sürdüğü düşünülen kişilere günlük, düzenli olarak fiziksel aktivite yapmalarının öneminden bahsedilmektedir. Spor bütünsel sağlık için vazgeçilmezdir.