27 Kasım 2020 Cuma

Vücudumuz İçin Elzem Bir Vitamin: D Vitamini

Vücut için  temel vitaminler arasında yer alan D vitamini, sadece kemik gelişi için değil aynı zamanda vücudun birçok alanında temel görevlere sahiptir.. Kemikler için hayati önem taşıyan D vitamini aynı zamanda beyin, mide, kalp, pankreas, deri ve göğüs için oldukça gerekli bir madde. 

Cildimiz, güneş ışınlarını sentezleyerek geri alınım olarak D vitaminine dönüştürür. D vitamini sağlıklı bir kemik ve diş gelişimi için çok kritik öneme sahiptir. Kemikler, ihtiyacı olan kalsiyum ve fosforu D vitamini sayesinde alabilir.  D vitamini ihtiyacının 1000 ünite olduğu uzmanlar tarafından belirtiliyor. Bu miktara günde 20 dakika güneşlenerek erişebiliriz. Yeterince kalsiyum alsanız da vücudunuz yeterli ve gerekli miktarda D vitamini almıyorsa kemikleriniz ve dişleriniz bu kalsiyumdan yararlanamaz. Vücudun günlük kalsiyum ihtiyacı 30-50 yas arasında günde 1000 mg, 50 yaş üzerinde ise günde 1200 mg olarak belirtiliyor.

D vitamini eksikliği...

Bazı vücutlarda D vitamini eksikliği bulunmasına rağmen herhangi bir belirti ve semptom görülmez. Bu eksiklik bazen yorgunluk, halsizlik ve genel vücut ağrısı gibi bazı belirtilere neden olabilir. Ciddi eksikliklerde ise kemik ağrısı ve yürümekte zorluğa neden olan kuvvet kaybı ortaya çıkar. Ek olarak el ve ayak bilekleri, omuz eklemeleri ve parmaklarda ağrı, değişken ruh hali, depresyon, uykusuzluk, baş ağrısı, saç dökülmesi gibi belirtiler de bulunabilir.

Uzun süreli D vitamini eksikliği; yetişkinlerde kemik erimesi, kemik yapısında bozukluk, kas güçsüzlüğü ve düşme riskinde artışa neden olur. Çocuklarda ve gençlerde ise raşitizm adı verilen rahatsızlığa yol açar, ileri yaşlarda ise osteoporoza olarak bilinen kemik erimesine sebep olur. 


D vitamini eksikliğinin temel nedenleri...

Güneş ışınından yeterince faydalanmamak, obezite, yeterli ve sağlıklı beslenmeme, d vitamini sentezinin ve atılımının azalması, karaciğer yetmezliği, kronik böbrek yetmezliği, genetik hastalıklar, sağlıksız yaşam tarzı başlıca nedenlerin arasındadır.

D vitamini depoları...
                        
Ayran, süt, peynir ve yoğurt, kefir tereyağı, ton balığı, somon, uskumru, istridye, yumurta sarısı, tatlı patates, balık yağı, mantar, maydanoz, yonca, ısırganotu, yulaf en önemli D vitamini kaynakları olarak bilinir.

Genel olarak, D vitamini eksikliğinden korunmak adına etkili önlemler arasında D vitamini takviyesi ve diyetle D vitamini alımı bulunur. Cildin sentezleyebilmesi için ise güneşe yeterince maruz kalmayı gerektirir. Fakat unutmayın, uzun süreli güneşe maruz kalmanın cilt kanseri riskini artırması ihtimalinden dolayı bu yöntem eksikliği önlemek için pek fazla önerildiği söylenemez.

Herkese sağlıklı günler!




15 Kasım 2020 Pazar

Mora Terapi'nin Astım Tedavisinde Kullanımı

Astım, hava yollarının çevresel etkenlere karşı aşırı duyarlı olmasıdır.  Hava yollarında ve hava yollarını döşeyen mukoza denilen zarda şişme söz konusudur. Bu şişme, zaman zaman hava akımını engelleyerek solunum sıkıntısına neden olur. Bu dönemlere astım nöbetleri denir.

Hava yollarının daralması ile nefes almayı güçleştiren ve ataklar halinde yaşam boyu devam eden astım, dünyada 300 milyon kişiyi etkiliyor. Astım ataklarını kontrol altına alabilmek için tetikleyici etkenlerden korunmak gerekiyor. Ülkemizde her 100 yetişkinden 7’sinde, her 100 çocuktan 15’inde görülen astım hastalığı, genetik ve çevresel tetikleyicilerin birleşik hareketi sonucu ortaya çıkmaktadır. Yaşam kalitesini olumsuz etkileyen astım hastalığında, tetikleyici faktörlerden uzak durulur ve verilen ilaçlar düzgün kullanılırsa, şikayetler çok kolay kontrol altında tutulur ve ataklar önlenebilir. Böylece solunum yetmezliğine giden süreç de engellenmiş olur.

Alerjik Astım Belirtileri Nelerdir?

Astım hava yollarının tıkanmasının neden olduğu ataklar halinde kendini gösterir. Astım belirtileri genellikle; öksürük, nefes darlığı, hırıltılı nefes alıp verme ve göğüste sıkışma hissidir. Astım belirtilerinin astım tanısı konulmasına yardımcı olan özellikleri ise; tekrarlayıcı olmaları, gece ve sabaha karşı ortaya çıkmaları, bazı alerjen maddelere maruz kalınması veya egzersiz sonrası tetiklenmeleridir. Bu belirtiler ataklar arasında ortaya çıkmaz ve astım hastaları ataklar arasında kendilerini iyi hisseder. Astım tanısı, detaylı hasta öyküsü, muayene bulguları ve solunum fonksiyon testleri ile konulmaktadır. Genel astım belirtileri ise şöyledir;

-Öksürük (genellikle kuru ve krizler halindedir gece uykuda uyandırabilir.)
-Hırıltılı solunum
-Göğüste tıkanıklık ve sıkışma hissi
-Soluk alıp verirken ıslık sesi
-
Nefes darlığı.
                                         


SONBAHAR, ASTIM HASTALARI İÇİN EN RİSKLİ MEVSİM

Astım ataklarının görülme sıklığı sonbahar mevsiminde artıyor. Hatta, bu mevsim astım hastaları için en riskli mevsimi oluşturuyor. Bunun nedeni ise sonbaharda hemen herkesi etkisi altına alan soğuk algınlığı ve grip gibi hastalıklar ile astım atakları arasında bir ilişki olması. Astım solunum yollarının kronik bir iltihap sonrası aşırı derece duyarlı olması ve bazı faktörler nedeniyle zaman zaman daralmasıyla seyreden bir solunum hastalığı. Grip, hatta basit bir soğuk algınlığı gibi hastalıklar hava yollarında enflamasyon oluşturarak astım ataklarını tetikliyor. Çok hafif bir üst solunum yolu enfeksiyonu bile astım hastalarında nefes darlığı, solunum zorluğu, sık ve inatçı öksürük, hırıltı,hışırtılı solunum gibi ciddi problemlere yol açabiliyor. Üstelik, bu hastalıkların neden olduğu öksürük ve nefes darlığı gibi astım semptomları haftalarca sürebiliyor. Bu yüzden astım hastalarının üst solunum yollarının sık görüldüğü sonbahar mevsiminde kendilerini korumaları ve düzenli olarak doktor kontrolünden geçmeleri büyük önem taşıyor.


ASTIM ATAKLARINDAN KORUNMAK İÇİN…

• Eğer grip veya nezle olmuşsanız, bir an önce doktora başvurarak tedavi olun.
• Çevrenizde üst solunum yollarına yakalanmış bir hasta varsa, kendinizi korumaya özen gösterin. Bunun için de öncelikle kalabalık ortamlardan uzak durun. Kapalı ortamlarda kısa süre kalın eğer bu mümkün değilse havalandırmanın yeterli olup olmadığını kontrol edin.
• Bolca su için. Ellerinizi sık sık yıkayın ve dengeli beslenin.
• Sigara içiyorsanız, bu zararlı alışkanlığınızdan mutlaka vazgeçin. Ayrıca sigara içilen ortamdan da kaçının.
• Hava kirliliğinin yoğun olduğu ortamlarda bulunmamaya dikkat edin.

Mora Terapi’nin Astım Tedavisinde Kullanımı

Mora terapi yönteminin solunum yolunu etkileyen alerjilerde ve astımda kullanımı sonucu hasta semptomlarında gözlemlenebilir derecede azalma ve ilaç kullanımında tatmin edici şekilde bir azalma söz konusudur. Tüm terapilerde olduğu gibi astım ve alerjiye de bütünsel yaklaşıldığında; lenfatik drenajın yetersizliği vücudun toksik kirlenmesinin ana nedenlerindendir ve buna bağlı olarak hücreler arası sıvının akışkanlığı azalmaktadır. Akışkanlığın azalması toksik kirlenmenin artışına, yani hücre metabolizması sonucu oluşmuş atık maddelerin, proteinlerin ve diğer kimyasal madde ile ağır metallerin birikmesine yol açmaktadır. Bu nedenle hücreler fonksiyonlarını yerine getiremez hale gelmektedir. Tedavi öncesi genel detoksifikasyona mutlaka yer verilmelidir.

Vücudun en önemli immünolojik organlarından olan lenfatik ve bağırsak sistemlerinin fonksiyonlarını bozacak yüklerin bulunması, bağırsaklar üzerinde çeşitli mantarların –özellikle de Candida yükünün- yoğun olması gerek alerjik rahatsızlıkların gerekse de kronik birçok hastalık tablosunun tedavilere direnç göstermesinin ana nedenlerindendir. Vücudun ve özellikle bağırsakların Candida yükünün olması vücudun bağışıklık sistemini önemli oranda baskıladığı için Candida’ ya yönelik temizleme işlemi, alerji tedavisi ile eşzamanlı hatta daha önce yapılmalıdır.

Bu konuda hastayla iyi bir iletişim kurulup, bahçeden veya ormandan orijinal polenler temin edilebilmekte veya bulunamıyorsa elektronik test kitlerin içerisinde bulunan elektronik ortamda yüklenmiş polenlerin frekans bilgileri kullanılabilmektedir. 

Obezite ve sigara kullanımı astım hastalarını olumsuz etkilediğinden, bu tip danışanların tedavisinde Mora kilo terapileri ve Mora sigara bırakma terapilerine mutlaka yer verilmelidir. Ayrıca hastaların herhangi bir besin veya çevresel alerjenlere alerjisi olup olmadığı test edildikten sonra astımı tetikleyebilecek sebepler ortadan kaldırılacak şekilde tedavi planı oluşturulmalıdır. Özellikle polen alerjisinde mümkün olduğu kadar geniş bir spektrumda polen tozunu tedaviye dâhil etmek gerekmektedir. Bu konuda hastayla iyi bir iletişim kurulup, bahçeden veya ormandan gerekli polenler temin edilebilmektedir. Bütün yıl devam eden solunum alerjilerinde (astım, allerjik rinit), küf mantarları ve toz akarları düşünülmeli ve özellikle yatak odasından, dolapların üzerinden ve banyo gibi nemin fazla olduğu mekânların duvarlarından elektrikli süpürge ile alerjen temin edip, tedaviye eklemek alerji ve astım tedavilerinde başarıyı artıracak uygulamalardır. 




6 Kasım 2020 Cuma

Diyabet, Gizli Şeker ve İnsülin Direnci Ne Anlama Geliyor?

Çağın hastalıklarında en ön sıralarda yer alan diyabet (şeker hastalığı), ölümcül birçok hastalığın ve olumsuzluğun oluşumunda birinci sırada rol oynayan ve maalesef dünyanın her yerinde çok yaygın olarak görülen bir hastalık türüdür. Etimolojik olarak hastalığın tam adı Diabetes Mellitus, Yunanca'da şekerli idrar anlamına geliyor.

Diyabeti ve diyabet oluşumundaki süreci bütünüyle kavramak için diyabeti tam anlamıyla anlamak gerekir. Pankreasın yeterli miktarda insülin hormonu üretememesi ya da üretilen hormonun etkili bir şekilde olumlu yönde kullanılamaması durumunda enerjiye dönüşmesi gereken glukoz, kanda birikerek kan şekerinin yükselmesine sebebiyet verir.

Halk arasında genel olarak  şeker hastalığı olarak tabir edilen Diabetes Mellitus, genel olarak kanda glukoz (şeker) seviyesinin normal seviyenin üzerine çıkması, böylelikle de normalde şeker içermemesi gereken idrarda şekere rastlanmasıdır. Farklı türevleri bulunan diyabet hastalığı, ülkemizde ve dünyada en sık rastlanan hastalıklar arasında yer alır. 

Uluslararası Diyabet Federasyonu'nun sağladığı verilere göre her 11 yetişkin kişiden biri diyabet hastalığına sahip olmakla birlikte, her 6 saniyede 1 birey diyabet kaynaklı sorunlar nedeniyle maalesef hayatını kaybetmektedir.  Tip 1 Diyabet ve Tip 2 Diyabet olarak iki türü bulunan şeker hastalığında hastalığa neden o Tip 1 Diyabet nedenleri arasında yüksek oranda genetik faktörler rol oynarken, kan şekerinin düzenlenmesinde görev alan insülin hormonunu üretimi yapan pankreas organına zarar veren virüsler ve vücut savunma sisteminin çalışmasındaki aksaklıklar da hastalığa sebep olan etmenler arasında gösterilmektedir. Şeker hastalığının daha yaygın görülen türü olan Tip 2 diyabetin nedenleri arasında şu şekilde belirtilebilir:

Obezite (aşırı kilo)
Ebeveynlerde diyabet öyküsünün bulunması
İleri yaş
Hareketsiz yaşam tarzı
Stres
Gebelik sırasında gestasyonel diyabet oluşumu ve normalden yüksek doğum ağırlıklı bebek dünyaya getirme.



İnsülin direnci ve gizli şeker...

Standart şartlarda vücut şekeri 1 ünite insülin ile kontrol altına alabiliyorken, insülin direnci olan kişilerde vücut 2-3 ünite insülin salgılamak durumunda kalmaktadır. Kişilerde insülin direnci artıkça, şeker kontrolünü sağlamak için insülin de doğru orantıda artmış olur. Bu da vücudumuzun ihtiyacından fazla insülin salgılanması anlamına gelir.

Tüm dünyada ve ülkemizde giderek artan obezite ve diyabet görülme sıklığı, “insülin direnci” olarak adlandırılan metabolik sorunu da beraberinde getiriyor. Vücuttaki yağ oranının artması insülin direncine, insülin direnci de vücuttaki yağ oranının artmasına yani obeziteye neden oluyor. Protein metabolizması, üreme ve bağışıklık gibi birçok sistemi etkileyen insülin direncinin tedavi edilebilmesi için öncelikle beslenme ve egzersiz alışkanlıklarının gözden geçirilmesi gerekiyor.

Kan şekerinin normal seviyede olmadığı ancak şeker hastalığı teşhisi konulabilecek kadar da yüksek olmadığı bir ara döneme g
izli şeker pre diyabet denir. Pre-diyabet olarak tanımlanan gizli şekerin belirtileri arasında, yemeklerden sonra halsizlik, yorgunluk bazı kişilerde ayaklarda yanma olabilir. Diyabet öncesi bu dönem, normal glikoz düzeyinden Tip 2 diyabete geçiş evresi 'pre-diyabet' veya 'bozulmuş glikoz regülasyonu' olarak da ifade edilmektedir. Araştırmalara göre, çoğu gizli şeker hastalarına 10 yıl sonra Tip 2 diyabet tanısı konmaktadır.     

Diyabete, yağlanmaya ve fazla kiloya karşı Mora Terapi çözümleri!

Modern çağın tamamlayıcı ve bütünsel tıp metodu Mora Terapi ile insülin hormonu ve hücre yüzeyindeki insülin reseptörlerinin etkileşiminin gerçekleştiği ortamın temizlenmesi-detoksifikasyonu- gerçekleştirilmektedir. Bu sayede hücreler insüline karşı daha duyarlı hale gelmekte ve insülinin kullanılabilirliği artmaktadır. Vücuttaki enflamasyonu azaltmaktadır. Hastaların beslenme alışkanlıkları cihazın sağladığı iştah kesme programlarıyla ayrıca desteklenerek değiştirilmekte, böylelikle sağlıklı beslenme alışkanlıkları kazanmaları sağlanmaktadır.  Bu şekilde tedavi süreci hızlandırılabilmektedir. Bize web sitemizden, sosyal medya üzerinden ve telefon numaralarımızdan ulaşabilir, Mora Terapi çözümleri hakkında detaylı bilgi alabilirsiniz.

Sağlıklı günler
! 😊